Hava Durumu

#Ülke

Yeni Marmara Gazetesi - Ülke haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Ülke haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Başkan Kurtulmuş: '“Türkiye ekonomisi güçlü bir ülke olacak” Dedi Haber

Başkan Kurtulmuş: '“Türkiye ekonomisi güçlü bir ülke olacak” Dedi

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, "Önümüzdeki dönem dünya siyasetinde dengeler çok kutuplu bir dünya sisteminin kurulacağı bir dönem olduğu gibi ,Türkiye içinde önemli tarihsel bir dönem. Türkiye ekonomisi güçlü bir ülke olacak, Türkiye milli savunma sanayide güçlü bir ülke olacak, Türkiye altyapıları dünyada rekabet edebilen bir ülke olacak" dedi.   İnsan ve Medeniyet Hareketi ile Konya Büyükşehir Belediyesinin ortaklaşa düzenlediği "Zamanı Aşan Miras; İpekyolu Sergisi ve Sempozyumu" Eyüpsultan’da bulunan Bahariyesi Mevlevihanesi’nde gerçekleşti. Sempozyum açılışına TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Coşkun Yılmaz, Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, akademisyenler katıldı.  “İpek Yolu, geçtiğimiz yerleri sadece ekonomik anlamda değil pek çok noktada ileriye taşıyan insanlık mirasıdır”  Programda konuşan Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, “Dilleri, kültürleri, medeniyetleri ve inançları birbirleri ile buluşturan İpek Yolu, geçtiğimiz yerleri sadece ekonomik anlamda değil pek çok noktada ileriye taşıyan insanlık mirasıdır. Tarih boyunca Türklerin yaşadığı coğrafyalardan geçen bu yol aziz milletimizin Orta Asya’dan batıya doğru giden süreçte de çok etkin bir role sahiptir. Çin’den Avrupa’ya ya uzanan geniş bir coğrafyaya canlılık katan İpek Yolu, insanları, sanatçılar, düşünürler ve onlardan neşreden eserleri dünyanın dört bir yanına aktarılmasına vesile olmuştur” dedi.  “Önümüzde yeni bir dönemin uluslararası ilişkiler bakımından dünya dengeleri bakımından başladığını biliyoruz”  Dünyadan yeni dengelerin kurulmaya başladığını söyleyen TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, “Orta Asya’dan başlayarak Anadolu kıtasına kadar gelen ve buradan da Balkanlar‘a kadar uzanan geniş coğrafyada İpek Yolu’nun vermiş olduğu, bir dayanışmanın kültürel aktarımı bilim alanındaki aktarımları çok büyük tarihsel öneminin olduğunu biliyoruz. Ama bugün gün içinde özellikle artık siyasi olarak dünya sisteminde iki kutuplu sistemin çoktan tarihe gömüldüğü tek kutuplu sisteminde artık Amerika’nın Afganistan’dan kaçarak gitmesi ile birlikte tarihe gömüldüğü dönemde. Önümüzde yeni bir dönemin uluslararası ilişkiler bakımından dünya dengeleri bakımından başladığını biliyoruz. Yeni dönem artık çok kutuplu bir dünyanın kurulmakta olduğu bir dönemdir. O çok kutuplu dünyanın kurulmasında da farklı kültür ve medeniyet havzalarının harekete geçmesi mukadderdir hatta kaçınılmazdır” şeklinde konuştu.  Türk dünyasının yeni bir güç merkezi olarak ortaya çıkmasıyla ilgili konuşan TBMM Başkanı Kurtulmuş, "Türk dünyasının yeni bir güç merkezi olarak ortaya çıkması: herhangi bir bölge için bir tehdit, değil tam tersi dünya barışının sağlanması için bir fırsattır. Bu çerçevede Türk dünyası arasındaki ilişkilerin artırılması sadece siyasi anlamda değil aynı zamanda köprü olarak da bu ilişkilerin artırılması hepimizin öncelikli Alanlarından ilgi alanlarından birisi olmalıdır. Bu çerçevede işin bu siyasi tarafı Türk İslam dünyası ile ilgili tarafı var. Ama aynı zamanda da İpekyolu projesinin özellikle Çin ve diğer Asya ülkelerinde içinde olabileceği küresel büyük bir proje haline dönmesi istinadını da olduğunu da görüyoruz. Özellikle Çin’in yol ve kuşak projesi ile Türk dünyasını da içine alacak olan İpek yolu projesini birbirleriyle bütünleştirebilecek yapılar olduğu aşikardır” diye konuştu.  “Türkiye ekonomisi güçlü bir ülke olacak”  Türkiye’nin güçlü olmaya devam edeceğini ifade eden Kurtulmuş, "Önümüzdeki dönem dünya siyasetinde dengeler çok kutuplu bir dünya sisteminin kurulacağı bir dönem olduğu gibi, Türkiye içinde önemli tarihsel bir dönem. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı yani yeni Türkiye Yüzyılı olarak ortaya koymuş olduğumuz bu adetler sadece bir alanını kısıtlı kalamaz. Türkiye ekonomisi güçlü bir ülke olacak, Türkiye milli savunma sanayide güçlü bir ülke olacak, Türkiye altyapıları dünyada rekabet edebilen bir ülke olacak. Bütün bunların üstünde ve belki bütün bunları da ortaya çıkaracak şekilde: Türkiye’nin mutlaka kültürde sanatta edebiyatta ve bu anlamdaki estetik değerleri önce çalışmalarda da önce olması lazım” diye konuştu.  Konuşmaların ardından sempozyumda eserleri olan akademisyenlere ve sanatçılara hediye takdimi gerçekleşti. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, daha sonra sergiyi gezdi.

Başkan Arvas Elektronik Sigara Tehlikesinden Bahsetti Haber

Başkan Arvas Elektronik Sigara Tehlikesinden Bahsetti

Yeşilay, 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü’nde gençleri tütün endüstrisinin hedefinde oldukları konusunda uyardı. 2022 verilerine göre, dünya genelinde 13-15 yaş arası en az 37 milyon genç tütün ürünleri kullanıyor. Yeşilay, elektronik sigara ve nikotin keseciklerinin gençler arasında hızla yayılmasının ciddi sağlık risklerine yol açtığını belirtti.   Yeşilay Bursa Şubesi Başkanı Suat Arvas’tan açıklama  Türkiye Yeşilay Cemiyeti Bursa Şubesi Başkanı Suat Arvas, tütün kullanımının hem aktif hem de pasif içiciler için ciddi sağlık sorunlarına neden olduğunu belirtti. Dünya genelinde 13-15 yaş arası en az 37 milyon gencin tütün kullandığını ifade eden Arvas, erken yaşta başlayan tütün kullanımının bağımlılık riskini artırdığını ve tütün endüstrisinin milyonlarca genci hedef aldığını söyledi.  Arvas, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 44 ülkede gerçekleştirdiği Okul Çağındaki Çocuklarda Sağlık Davranışı (HBSC) Araştırması’na göre, ergenlerin yüzde 18’inin hayatında en az bir kez elektronik sigara kullandığını ve yüzde 10'unun bunu son 30 gün içinde kullandığını bildirdiğini aktardı. Elektronik sigara kullanımının, tıpkı geleneksel tütün kullanımı gibi, gençler arasında hızla arttığını belirten Arvas, “Ergenlik yıllarında yüksek riskli davranışlarda bulunmak, yetişkin davranışlarını şekillendirebilir; erken yaşta bağımlılık yapıcı maddelerin kullanımı daha yüksek bağımlılık riskiyle bağlantılıdır,” dedi.  Tütün endüstrisinin stratejileri  Arvas, tütün endüstrisinin gençlere ulaşmak için çeşitli taktikler kullandığını belirtti. Arvas, "Endüstri, uygun fiyatlı ürünler ve 'zararsız' olduğu iddia edilen yeni ürünler geliştirerek gençlerin tütün kullanımını teşvik ediyor. Tütün endüstrisinin gençleri hedefleyen faaliyetleri sadece halk sağlığını tehlikeye atmakla kalmıyor, aynı zamanda ekonomik sıkıntılara ve çevresel tehlikelere de yol açabiliyor. Endüstrinin ana hedefi, gelirlerini daha da artırabilmek amacıyla aldatıcı uygulamalarıyla halk sağlığı politikalarını baltalamak ve gelecek nesiller arasında bağımlılığı sürdürmektir" diye konuştu.  Sağlıklı bir gelecek için adımlar  Arvas, devletlerin kanıta dayalı politikalar oluşturarak ve gençleri tütün endüstrisinin zararlı uygulamalarından korumak adına sıkı düzenlemeler yapmaları gerektiğini vurguladı. Avustralya'da kısa süre önce tek kullanımlık elektronik sigaraların yasaklandığını ve elektronik sigara tatları ve renklerine kısıtlamalar getirildiğini hatırlatan Arvas, "Yeşilay, veri odaklı savunuculuk, farkındalığı artırma ve paydaşlar arasında iş birliğini teşvik ederek gençlerin güçlendirilmesi ve gelecek nesiller için daha sağlıklı, tütünsüz bir yaşam sunulmasının mümkündür. 1920 yılında kurulan Yeşilay, insan onurunu ve saygınlığını temel alan bir sivil toplum kuruluşudur.                                                                                                                  Yeşilay, toplumun her kesimini zararlı alışkanlıklardan korumak için çalışır ve ulusal ve uluslararası düzeyde önleyici ve rehabilite edici halk sağlığı ile savunuculuk çalışmaları yürütür. Yeşilay, alkol bağımlılığıyla mücadele hedefiyle kurulmuş olup zamanla tütün, madde, kumar ve teknoloji bağımlılığı ile mücadele alanlarını da kapsayacak şekilde genişlemiştir. Türkiye genelinde 120 Yeşilay şubesi ve dünya genelinde 97 ülke Yeşilayı bulunuyor. 2015 yılında kurulan Yeşilay Danışmanlık Merkezleri (YEDAM) aracılığıyla bağımlı bireylere ve yakınlarına ücretsiz psikososyal destek hizmeti sunuluyor. Yeşilay, yaptığı çalışmalarla 1934 yılından bu yana “Kamuya Yararlı Cemiyetler” arasında yer almakta ve “Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi (ECOSOC) Özel Danışmanlık Statüsü”ne sahiptir. Ayrıca, Yeşilay, 'Avrupa Kalite Yönetimi Vakfı (EFQM) Türkiye Mükemmellik Ödülü'ne layık görüldü" ifadelerini kullandı.

Bir Devlet Daha Filistin'i Tanıma Kararı Aldı Haber

Bir Devlet Daha Filistin'i Tanıma Kararı Aldı

Slovenya hükümeti, Filistin devletini tanıma kararı aldı. Filistin'i egemen ve bağımsız bir devlet olarak tanıyan Bakanlar Kurulu kararı, 4 Haziran Salı günü Slovenya parlamentosunda oylanacak. Slovenya hükümetinin kararının ardından Slovenya Başbakanlık binasına Filistin bayrağı asıldı.   İspanya, İrlanda ve Norveç'in Filistin devletini resmen tanımasının ardından Slovenya'dan da benzer bir adım geldi. Robert Golob başbakanlığındaki Slovenya hükümeti, Filistin’i egemen ve bağımsız bir devlet olarak resmen tanıma kararı aldı. Slovenya Bakanlar Kurulu'nun bugünkü toplantısında alınan karar, 4 Haziran Salı günü Slovenya parlamentosunda oylanacak.  “Bu barış mesajı”  Slovenya Başbakanı Golob, düzenlediği basın toplantısında, "Bu karar iki taraf için de mesaj içermekte, çatışmaların derhal durdurulmasını, rehinelerin hızlıca, derhal ve de koşulsuz olarak salıverilmesini istiyoruz. Tanıma mesajı İsrail devleti de dahil hiç kimseye yönlendirilmiş değil. Bu barış mesajı. Bugün, hepimizin, tüm dünyanın Orta Doğu'da kalıcı barışa, iki devletli çözüme yol açacak yönde çalışmak zorunda olduğu anın geldiğine inanıyoruz" dedi.  Golob, önümüzdeki aylarda Batılı ülkelerin Filistin halkının kendi geleceğini tayin etme hakkı ile Filistin devletini tanımasının yanı sıra Arap ülkelerinin de İsrail'in var olma hakkını tanıyacaklarını umduğunu, barışa giden tek yolun iki devleti de tanımaktan geçtiğini söyledi.  Slovenya Bakanlar Kurulu kararının ardından Slovenya Başbakanlık binasına Filistin bayrağı asıldı.  BM üyesi 145 ülke Filistin’i tanıdı  Slovenya, 9 Mayıs'ta Filistin devletini tanımak için çalışmalara başlmış, Başbakan Golob acil bir ateşkes ve rehinelerin serbest bırakılması için baskı oluşturmak amacıyla benzer düşünen bir grup ülkeyle koordinasyon halinde olacaklarını söylemişti. Golob, Birleşmiş Milletler'in (BM) sorumlu bir üyesi olarak Orta Doğu'da kalıcı barışın sağlanması için ellerinden gelen her şeyi yapma yükümlülükleri bulunduğunu dile getirmişti.  Şu ana kadar 193 üyeli BM'de 145 ülke Filistin’i tanırken, Slovenya parlamentosunun onayıyla birlikte Filistin devletini resmen tanıyan ülke sayısı 146'ya yükselecek. Aralarında ABD, İngiltere, Almanya, Fransa'nın da aralarında bulunduğu halen 47 ülke Filistin devletini tanımıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Dünyanın geleceği 5 ülkenin insafına bırakılamaz Haber

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Dünyanın geleceği 5 ülkenin insafına bırakılamaz

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suudi Arabistan ziyareti dönüşünde uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamaları şöyle: Basın mensubu arkadaşlarım, sizleri en kalbi duygularımla, hürmetle selamlıyorum. Filistin'e yönelik İsrail'in saldırılarını ele aldığımız 8'inci Olağanüstü İslam Zirvesi'ni hamdolsun başarıyla tamamladık. Kaldı ki bu İslam İşbirliği Teşkilatı ile Arap Birliği'nin müştereken düzenledikleri bir çalışma oldu. Tabii bu vesileyle de Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatının müşterek çalışmasının, bugün değerlendirmesini de 25-26 ülke ele aldık. Bildiğiniz üzere on yıllardır işgal ve baskı altında var olma mücadelesi veren Filistin'de tam 36 gündür tarifi imkansız bir zulüm yaşanıyor. Gazze'de masum siviller, ayrım göz etmeyen ağır bombardıman altında hayatlarını kaybediyor, kendi topraklarında ayrıca göçe zorlanıyor. İsrail, hastaneleri, okulları, ibadethaneleri, cami, kilise ayırt ekmeksizin hatta hasta, ölü taşıyan ambulanslara varıncaya kadar, mülteci kamplarını hedef almak suretiyle bütün dünyanın gözleri önünde savaş suçu işliyor. Batı ülkeleri, yaşanan tüm vahşeti sadece tribünden seyrediyor. Bütün bunlar karşısında vicdan sahibi olanların, sessiz kalması mümkün değil. Bu anlayışla ilk günden beri Gazze'deki katliamı dünyaya duyurma, Filistin davasının sesi olma gayretinde oldum. Bunları gerek ziyaretler vasıtasıyla gerek telefon diplomasisiyle yürütme gayreti içindeyim. Bunu yaparken sivilleri hedef alan saldırıları hiçbir şekilde tasvip etmediğimizi ve bütün bunları gerek yazılı gerek görsel medya çalışmalarıyla da ifade ettik. 7 Ekim'den bu yana diplomasi ve diyalog kulvarlarını kullanarak insani ateşkesin tesisi için yoğun çaba sarf ettik. Temaslarımızda, ateşkes sağlanmasının, çatışmaların sona erdirilmesinin ve insani yardımların Gazze'ye kesintisiz şekilde ulaştırılmasının önemine vurgu yaptım. Şimdiye kadar 10 uçak dolusu, yaklaşık 230 ton insani yardım malzemesini, Gazze'ye ulaştırılmak üzere Mısır'a gönderdik. Sahra hastaneleri, tıbbi ve diğer yardım malzemeleriyle dolu 50 konteyner taşıyan büyük bir gemimiz dün sabah Mısır'a hareket etti ve büyük ihtimalle de yarın sabah bunlar El Ariş'e ulaşmış olacak. Gemimizin El Ariş Limanı'na ulaşması şu anda bütün gayretlerimizin neticesiyle 660 ton, malzeme yüklü. Uluslararası toplumun yaşanan katliamlar karşısında artık icraat üretmesi gerekiyor. Ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin bir kez daha işlevsiz kaldığını görüyoruz. 27 Ekim'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda ateşkes ve engelsiz insani yardım çağrısı yapan kararın, 121 üye ülkenin "evet" oyuyla kabul edilmesi umut vericidir. Uluslararası camianın geniş çoğunluğunun yaklaşımını yansıtan bu kararı önemli buluyorum, değerli buluyorum. Kararın hayata geçirilmesi sürecinde, İslam dünyasının tek vücut, tek ses olması şarttır. Bugünkü zirvemizde buna dikkat çektim. GAYRETLER TAKDİRE ŞAYAN Kuruluş nedeni Filistin davası olan İslam İşbirliği Teşkilatı'na büyük sorumluluklar düştüğünün de altını çizdim. Gerek zirve toplantısında gerek mevkidaşlarımla yaptığım ikili görüşmelerde, Filistin meselesi çözülmeden normalleşme adımlarının akim kalacağını ifade ettim. Bölgemiz ancak 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan, coğrafi bütünlüğe sahip, bağımsız ve egemen Filistin devletinin vücut bulmasıyla kalıcı barışa kavuşabilir. Bu konuda herkesin elini taşın altına koyması gerektiğine işaret ettim. Gerek Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'la yaptığım görüşmede ki düşüncelerimiz mutabık, gerek Endonezya Cumhurbaşkanı Joko Widodo ile yaptığım görüşmede bunları ele aldık. Gerekse Mısır Devlet Başkanı Sayın Sisi'yle yaptığım görüşmede yine bunları görüştük. Tabii Mısır Devlet Başkanı'nın özellikle Refah Kapısı'nı bütün olumsuzluklara rağmen işletmesi, burayı devreye sokması çok büyük önem arz ediyor. Bu konuda da şu ana kadar yaptığı gayretler takdire şayandır. Kendileriyle de irtibatlarımızı gerek dışişleri bakanlarımız gerek istihbarat başkanımız, onlar sürdürüyorlar ve biz de sürekli irtibat halinde kalacağımızın teyidini yaptık. Türkiye olarak varılacak bir çözümün uygulanması aşamasında, garantör sıfatıyla sorumluluk almaya hazır olduğumuzu tekrar dile getirdik. İslam İşbirliği Teşkilatı'ndaki dostlarımızla koordinasyon halinde, daha fazla kanın akmaması için üzerimize düşeni yapmaya devam edeceğiz. Zirvede alınan kararların hayırlara vesile olmasını diliyorum. Türkiye olarak bu sürecin takipçisi olacağız. Teşekkür ediyorum ve sözü şimdi de sizlere bırakıyorum. "BÜTÜN TEKLİFLER BİZDEN GİTTİ" Efendim, benim ilk sorum, bu toplantıdan çıkan sonuç bildirisi ile ilgili olacak. Biz bu zamana kadar İslam İşbirliği Teşkilatı'nın sonuç bildirilerini okuyorduk, görüyorduk. Oralarda sadece kınamakla yetiniliyor, bunun dışında yapıcı, yol gösterici, icraat üretici bir yaklaşım görmüyorduk. İlk kez, bu toplantıdan çıkan sonuç bildirisi çok etkileyiciydi. Ben çok beğendim. Yani okuduğum her cümle çok önemliydi, ortaya konulan öneriler de önemli. Mesela, "Filistinlilerin yerlerinden edilmesi veya sürgüne gönderilmesi kırmızı çizgimizdir, bunu savaş suçu sayarız." diyor. Tüm ülkeleri, İsrail'e yaptıkları silah ve mühimmat ihracatını durdurmaya çağırıyor. Ayrıca uluslararası alanda neler yapılabileceğini tek tek anlatan bir bildiri. Türkiye'nin, bu bildirinin ortaya çıkmasındaki tavrı, tutumu ne oldu, nasıl oldu? Diğer ülkeler, bu bildirideki bütün maddelere rahatlıkla ikna oldular mı? Yoksa bir ikna süreci yaşandı mı? Nasıl bir süreç, bu bildirinin ortaya çıkmasını sağladı? Teşekkür ederim. Öncelikle bizler Riyad'a, Filistin'de yaşanan katliama karşı ortak ses verip, ortak çözümler üretmek için geldik. Bir gün önce de Dışişleri Bakanım Hakan Fidan buradaydı ve İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği'nin Dışişleri Bakanları ile orada bir toplantı yaptılar. Bu toplantılarda, sonuç bildirgesinin bütün çerçevesini çizdiler. Evet, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın geleneğinde genelde kınamak vardır. Devletler, çeşitli nedenlerle çok fazla aksiyona girmezler. Ama geçen Olağanüstü İcra Komitesi Toplantısı'ndan itibaren bizim kafamız ne yapılması gerektiği konusunda netti ve son gelişmelerin detaylı bir biçimde sonuç bildirgesine eklenmesini talep ettik ve kabul ettirdik. Ülkelerin sonuç bildirgesi için hazırlıkları vardı. Yaptığımız toplantılarda herkes bu metinlerini tekrar gözden geçirdi. Hemen hemen icra ile ilgili bütün teklifler bizden geldi. Böylelikle zirveye gitmeden önce planladığımız konuların hepsinin nihai metne konulması sağlandı. Gerçekten çok fazla eylem noktası içeren, bugüne kadar hiç söylenmemiş, yerleşimcileri terörist olarak tanımlayan, hatta jeostrateji üreten bir metin var burada. İlk defa İsrail'in nükleer silahlarından hareketle bölgede "Nükleer Silahlardan Arındırılma Konferansı"nı teklif ediyoruz. Yani olayın hem taktik kısmı var hem stratejik kısmı var. İkisi iyi bağlandı birbirine. Özellikle yardım nasıl götürülecek konusunda daha da ileriye gidildi, "ablukayı kırma" diye bir ifade konuldu mesela. Diplomatik tanımlamanın önüne çok giderek eyleme yönelik bir tanımlanma getirildi. Üye ülkeler ilk önce bize, "Ya bunların bir kısmı yapılmazsa niye yazıyoruz biz." dediler. Biz de hep şunu söyledik, "Ortaya söylemin çıkması lazım ki arkasından eylem gelsin. Bir şey yapmak isteyen bir ülke olursa, bu metnin referans noktası olması lazım. Daha da önemlisi, Batı şunu görsün, Filistin'den dolayı onlarla bizim aramızdaki mesafe giderek açılıyor ve bu da onun göstergesi. Bu argümanlar üzerine bu ağır maddeleri kabul ettiler. Hep söylerim, İranlıların bir atasözü vardır "Oturdular, konuştular, dağıldılar." diye. Şimdi bu bildiri, yani oturulup, konuşulup, dağılınan bir zeminde oluşan bir bir bildiri olmadı. Tam aksine, eyleme geçirilmesi gereken başlıklar var. Hele hele o işgalci yerleşimcilerle ilgili, onları terörist olarak ilan etmek ki, o çok çok önemli. Bir de tabii o ablukayı kırma, yarma hareketi burada büyük bir önem arz ediyor. Nükleer silahlardan arındırma meselesi de çok çok önemli ve bu orada gerek İsrail gerekse İsrail'in arkasında olanları da bir yerde deşifre ediyor. Mesela, Macron şu anda değişik açıklamalar yapmaya başladı. Ama sen baştan hemen gittin, ziyaret ettin ve her türlü desteği verecek havasında gözüktün. Ama bu defa buralardaki ölümlerin, katliamın boyutunun çok çok ileri olduğunu söylemek suretiyle, ona karşı o da bir eylem politikası geliştirmenin havasına girdi. Şimdi burada özellikle gerek İslam İşbirliği Teşkilatı ile Arap Ligi'nin bir araya gelerek bu adımı atmış olması büyük önem arz ediyor çünkü iki teşkilatın tarihinde ilk kez böyle bir toplantı gerçekleşti. "YOĞUN BİR ŞEKİLDE GÖRÜŞMELERE BAŞLAYACAĞIZ" Sayın Cumhurbaşkanım, Özbekistan dönüşü yine çok önemli mesajlar verdiniz. Hatta Riyad zirvesinden sonra, "Arkadaşlarımla yine telefon diplomasisini sürdüreceğiz ve Birleşmiş Milletlerde hakkı ve adaleti savunanların sayısını daha da arttırmaya yönelik birçok çalışma başlatacağız." açıklamasında bulundunuz. Zirve bitti. Biraz önce biraz değindiniz ancak, bundan sonra barışı sağlamaya yönelik Türkiye'nin yol haritası ne olacak? Bunu merak ediyoruz. Şu anda Birleşmiş Milletlerde yapılan oylamada Filistin'in yanında duran 121 ülke bizim için önemli. Burada 40 ülkenin malum çekimser oyu, 14 de karşı oy var. Karşı olanların başını da Amerika Birleşik Devletleri çekiyor. Fakat biz "bu 121 ülkeye acaba 40 çekimser ülkeden ne kadar daha ilave edebiliriz?" meselesine odaklandık. Onlarla bir telefon diplomasisi veyahut da görüşme söz konusu olabilir. Örneğin, şimdi biz bu akşam Endonezya'yla görüştük ama Endonezya'yla ilgili zaten sıkıntı yok. Örneğin çekimser ülkeler arasında Macaristan bulunuyor. Onlarla görüşsek, olumsuz davranmasına rağmen, acaba yanımıza çekebilir miyiz? Ayrıca çekimser olanlardan yanımıza çekebilecek olduklarımız var mı, yok mu? Bunun arayışı içindeyiz, şöyle bir gözden geçirelim istiyorum. Bu telefon diplomasisine de Riyad zirvesinden sonra başlayalım istiyorum. Yoğun bir şekilde inşallah buna da başlayacağız. Ayrıca ayın 28'inde de İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi bize geliyor. Yani bunları sağlayabilirsek, bunlar da tabii çok daha farklı bir ses inşallah çıkaracaktır. Türk Devletleri'nde zaten fire yok, orada sıkıntı olmadı. Rusya-Ukrayna meselesinde Ukrayna'nın yanında duran bugün çekimser olanlarla konuşup "Bak siz orada Ukrayna'nın yanında yer aldınız, şimdi Filistin'de de binlerce insan öldürülüyor, burada da siz sessiz kalamazsınız. Biz ne Ukrayna ne Rusya'da ayrım yapmadık ve tahıl naklini tüm Afrika'ya, Avrupa'ya biz sağladık. Şimdi sesinizi çıkarın" deme imkanımız olacağını düşünüyorum. Ve tabii bu adımları attığımızda Afrika ülkelerinden ciddi bir fire vereceğimizi zannetmiyorum. Çünkü Afrika ülkelerinin bize bakışı çok daha iyi. Kaldı ki Mısır'la ilişkileri gayet iyi. Burada inanıyorum ki Katar'ın devreye girmesi de Afrika ülkelerinin bu sürece destek vermesini ciddi manada sağlayacaktır. 15 Kasım'da, eşimin, lider eşleri ile toplantısı var. Kaç lider eşi gelecek bilemiyorum. Şu anda görüşmeler devam ediyor. Bundan sonra 17 Kasım'da bizim bir Almanya ziyaretimiz var. Bu Almanya ziyaretimizde de tabii Batı'ya yönelik bazı mesajlarımız olacak. Veyahut da Batı'nın en güçlü ülkesi Avrupa'nın Almanya olması hasebiyle de tabii oradan Avrupa'ya bir ses olur. Ama 21 Kasım'da da inşallah bizim bir Cezayir ziyaretimiz olacak. Cezayir ziyaretini çok önemsiyorum. Çünkü bu ülkeler arasında gerçekten Cezayir, duruşunu her zaman net ortaya koyabilen bir ülke. Afrika'da tesir alanı geniş bir ülke. Onun için Sayın Tebbun'la da bu görüşmeyi çok çok önemsiyorum. İnşallah bu takvimi de başarılı bir şekilde sürdüreceğiz. "AVRUPA BİRLİĞİ'NİN TUZAĞINA DÜŞMEYİZ" Sizin de bahsettiğiniz gibi bir Almanya ziyaretiniz var. Bu ziyaretin öncesinde Avrupa Birliği Komisyonu 2023 raporunu açıkladı. Bu raporda özellikle Hamas'la ilgili bir bölüm vardı. Çünkü Avrupa Birliği, yaşanan bu süreçte Hamas'la ilgili, Türkiye'nin açıklamalarından çok ciddi derecede rahatsızlık duyduğunu dile getiriyor. Avrupa Birliği Hamas konusunu, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri denkleminin içerisine sokmaya mı çalışıyor? Son komisyon raporuna bunun yansımasını nasıl değerlendirirsiniz? Ayrıca 7 Ekim öncesi ve 7 Ekim sonrası yapılanlara hiç değinmiyorlar. Sadece 7 Ekim'de İsrail'e yapılan saldırıdan bahsediyorlar. Bu tutumlarını da nasıl değerlendiriyorsunuz? Her meselede malum Avrupa Birliği'nin, bir defa Türkiye'ye bakışı ne yazık ki ters. Burada da yine o tersliği görüyoruz. Biz Avrupa Birliği'nin bu tuzağına kesinlikle Türkiye olarak düşmeyiz, düşemeyiz. Avrupa Birliği, İsrail'in katliamında insanlık onurunu acaba görebildi mi, buna saygısı oldu mu? Bunları bizim tersten Avrupa Birliği'ne sormamız lazım. Ben Avrupa Birliği üyesi ülkelerden maalesef şu ana kadar bir tavır ortaya koyabilen göremedim. Yeni yeni şimdi çıkmaya başladılar. İşte Macron'un yaptığı son açıklamalar gibi. Ama Almanya Cumhurbaşkanı ve Başbakanı her ikisi de acaba ne gibi bir tavır içindeler? Bunu Almanya ziyaretinde çok daha net göreceğiz. Ama şu ana kadar onlarda da bir netlik henüz yok. Avrupa'ya göre uluslararası hukuku kimin ayaklar altına aldığı çok önemli. Şu an itibarıyla Avrupa Birliği'ndeki yaklaşım tarzı, ne yazık ki bizim yaklaşım tarzıyla örtüşmüyor. Fakat Almanya ziyareti birçok şeyleri deşifre edecek diye düşünüyorum. Hamas'la ilgili Avrupa Birliği, aynen İsrail gibi düşünüyor. Ama biz onlar gibi düşünmedik, düşünmüyoruz, düşünemeyiz. Çünkü ben Hamas'a Filistin'deki seçimlerin galibi bir siyasi parti olarak bakıyorum. Onların bakışıyla aynen bakmıyorum. Şimdi oradaki seçimi kazanan bir Hamas var, o zaman bir siyasi parti, öyle bakılıyor. Şimdi ise bizi öyle bir yere getirmek istiyorlar ki "Hamas bir terör örgütüdür" diyelim istiyorlar. Hayır arkadaş terör örgütü değildir. Tam aksine topraklarını koruma mücadelesi veren, müdafaa eden, vatanları için savaşan insanlardır. Aramızdaki bakış açısı bu kadar farklı. Şunu söyleyeyim, dün de söyledim. Malum Charlie Hebdo olayı. Orada ne oldu, bütün dünya liderleri, cumhurbaşkanları, başbakanları Paris'te yürüdüler. İçinde Müslüman ülkelerin liderleri de vardı. Bugün Gazze'de çocuk, kadın, yaşlı hepsini bir araya getirdiğinizde 13 bin'e ulaştı şu anda ölenlerin sayısı. Böyle bir tablo ortada. Ama şu anda dünya liderleri özellikle Filistin'deki bu olaylarda hiç sesini çıkarıyor mu? Kalkıp da İsrail'e yükleniyorlar mı? Hayır. Niye? Arkadaşlar şunu artık tespit etmemiz lazım. Burada akan kan, ölenler, şehitler, bunlar Müslüman. Ama orada ölenler, Fransız'dı veya başkalarıydı ama her şeyden önce orada da ölenler insandı. Yani onu da biz değerlendirirken, insan olması açısından bakarak değerlendirdik. Fakat burada dünya liderleri niye olaya "bu kadar insan öldü" diye bakmıyorlar? Bunların içerisinde yavrucuklar, çocuklar var ya! Çocuklar var. Bakıyorsun, beyaz kefene sarmış baba, anne almış kucağına bir taraftan öpüyor, bir taraftan çocuğunu mezara götürüyor. Sıra sıra dizmişler. Bunları gördük. Anneleri gördük, çocuğunun cesedini koklayarak, öperek onu mezara götürmeye gayret edenleri gördük. Ya bunlar sizin vicdanınızı sızlatmıyor mu? Bunlardan size bir nasip yok mu? Yok. Çünkü bunlar nasipsiz. Onun için de burada büyük bir trajediyi, büyük bir dramı yaşıyoruz. Bu dram, bu trajedi karşısında sessiz kalmak, eli kolu bağlı kalmak mümkün değil. Çok çalışacağız, gayret edeceğiz ve belki bu olay daha başka gelişmelere vesile olabilir. Bu akşam arkadaşlara, Sisi ile yaptığım görüşmeden sonra dedim, şimdi herhalde bir başka kapı açılacak bize. Mısır ziyareti ve bu adımla beraber bölgede neler yapabiliriz? Bunları inşallah yerinde konuşmak, görüşmek noktasında bu adımı da inşallah atarız. "KİLİT ÜLKE TÜRKİYE" İki gün önce Amerikan Bloomberg'de bir yazı yayımlandı. "Gazze krizini çözmenin anahtarı Türkiye'de" yazıyordu. "Biden, bu krizin çözümü için Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı aramalıydı, bunu yapmamış olması diplomatik bir hataydı diye ifade ediliyordu ve şimdiye kadar aramadı ama bundan sonrası için ne kadar erken ararsa o kadar iyi diye belirtiliyordu bu yazıda. Siz de az önce söylediniz, zaten sürecin en başından bu yana yoğun bir diplomasi trafiği yürütüyorsunuz. Bundan sonra da hız vereceğinizi ifade ettiniz. Bu kapsamda başlayacağınız bu diplomasi trafiğinde Biden'la görüşme de var mı? Görüştüğünüzde ona ne mesaj vereceksiniz? ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken daha yeni buradaydı. Herhalde bizi bundan sonra Biden ağırlar. Benim Biden'ı aramam şık olmaz. Ortadoğu'da, Doğu Akdeniz'de, bölgemizde kilit ülke konumunda olduğumuzu sadece biz söylemiyoruz. Bu coğrafyada Türkiye'ye rağmen bir girişimde bulunmak, plan yapmak mümkün değil. Bizim durduğumuz yer, takındığımız tavır, değerlerimiz ve ilkelerimiz bellidir. Bizim çabamız insan hayatını korumak, barışı sağlamak, savaşları sonlandırmak ve masumların gözyaşlarını silmek içindir. Tüm kriz bölgelerine yönelik bir çözümümüz, hamasi söylemlerden tamamen arındırılmış, derde derman reçetelerimiz mevcuttur. Dinlemek isteyenlere anlatıyor, bizi anlayabileceklere ulaşıyoruz. Bizim durduğumuz yerin kıymetini anlayabilecek herkese kapımız açıktır. Samimi çözüm için bizimle irtibat kurmak isteyen herkesle bugüne kadar olduğu gibi konuşmaya ve insanlığın itibarını kurtarmak için çabalamaya devam edeceğiz. Sorunun çözümü için en uygulanabilir önerileri sunan ülke Türkiye. Bölgedeki krizlerin, sorunların çözümü için kilit ülke Türkiye. Coğrafyamızdaki tüm ülkelerle görüşebilen, çatışan, savaşan tarafları aynı masada toplayabilen tek ülke Türkiye. "İŞİMİZ ATEŞKESİ SAĞLAMAKLA BİTMEYECEK" Büyük Filistin Mitingi'nde oradaki konuşmanızda İsrail'e, Gazze'ye yönelik saldırıları üzerinden durumu hilal ve haç savaşı haline sokmayın uyarısında bulunmuştunuz. Bu uyarınız Batılı medya organları tarafından yakından takip edildi ve gündemde oldukça yer aldı. Böylesine kritik bir dönemde siz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın 16'ncı Zirvesi dolayısıyla Özbekistan'da İran Cumhurbaşkanı Reisi'yle de bir araya geldiniz. O görüşmede önemli vurgularınız vardı. İslam dünyasının ortak tutum alarak İsrail üzerindeki baskıyı arttırması gerektiğini vurguladınız. 28'inde de Reisi'nin buraya geleceğini şimdi sizden öğrenmiş bulunduk. Dolayısıyla bu kapsamda Gazze konusunda İran'la ortak adımlar atılabilir mi? Atılmaması için hiçbir sebep yok. Tüm mesele bu ortak adımları atarken, öyle adımlar atalım ki, yani affınıza sığınıyorum hem nalına hem mıhına olmasın. Netice alıcı adımlar atalım ve bu adımları atarken duygusallıktan uzak, uluslararası diplomasiyi harekete geçirecek ve bütün bunları yaparken de gerek İran halkına gerek Türkiye halkına burada mesajlar verebilelim. Eğer bunu başarabilirsek bu tabii çok çok isabetli olur. Şu anda ayni ve nakdi bu Filistin'deki Gazze'deki vatandaşların ciddi ihtiyaçları var. Az önce de söylendiği gibi. Burada susuzluk var. Burada acaba yakıt sıkıntısını nasıl gideririz? Jeneratörler hastanelerde çalışmıyor, böyle bir durum var. Devreye sokulması gereken en önemli ülke malum İsrail üzerinde etkisi olan Amerika. Şimdi Amerika'nın üzerine Dışişleri Bakanım muhatabıyla gidiyor. Biden'a da biz aynı şekilde bunu söyleriz. Tabii Biden'la görüşmede İran'ın devreye girmesi zaten söz konusu değil. Ancak biz Biden'la görüşmede bunları onlara iletiriz, söyleriz ve bütün bunlarla birlikte şunu ifade etmemiz lazım. Gazze bir defa Filistin halkının toprağıdır. Amerika'nın bu kabullenmesi lazım. Eğer Gazze Filistin halkının değil de kalkıp hayır bu işgalci yerleşimcilerin veya İsrail'in toprağıdır diye bir yaklaşım Biden'da varsa, zaten anlaşmamız mümkün değil. Şimdi kuzeyden güneye sürüklediler. Kuzeye dönüş şu an itibarıyla ne yazık ki söz konusu değil ve ciddi sıkıntı var. Bunun da önünü açmak lazım. Burada bir taraftan Mısır'la görüşmeler yapıp bir taraftan Körfez ülkeleriyle görüşmeler yapıp Amerika'yı bizim baskı altına almamız lazım. Amerika'yı baskı altına alarak Amerika'nın İsrail'e baskısını artırması lazım. Batı'nın İsrail'e baskısını artırması lazım. Hangi Batı ülkesiyle Körfez ülkeleri eğer ilişki halindeyse oraya yapacakları baskıyla İsrail üzerindeki etkilerini arttırmak lazım. Ateşkesin sağlanması bizim için hayati derecede önemlidir. İşimiz ateşkesi sağlamakla da bitmeyecek, aksine daha da yoğunlaşacak. Gazze'deki kardeşlerimize ulaşıp yaralarını sarmak için bölge ülkelerinin dayanışması çok önemli olacak. Gazze'nin altyapısının ayağa kaldırılmasından tutun, enkaza dönen yerleşim yerlerinde yeniden yaşamın başlaması için yapılacaklar bulunuyor. Akan kanın durması, sivil ölümlerinin son bulması için İran ya da başka devletlerle atılacak her adımı görüşmeye, harekete geçmeye hazırız. Diğer yandan bu savaş, hilal-haçlı savaşına dönmeyecek. Çünkü bu savaş iyi ile kötünün, yalan ile hakikatin, mazlum ile zalimin, hak ile batılın savaşı haline gelmiştir. Nihayetinde inanıyorum ki iyiler, hakikatin yanında saf tutanlar, mazlumlar ve hakkın savunucuları yani Filistinliler ve tüm mazlumlar kazanacaktır. "GEÇMİŞİMİZ KARANLIK DEĞİL" Bir eylem planı ortaya koydunuz ve bu plan anladığımız kadarıyla sadece insani yardımın oraya ulaşması ve ateşkesin sağlanmasıyla sınırlı değil. Bunun bir siyasi süreci olacak. İki devletli çözüm, bunun sağlanacağı bağımsız Filistin Devleti'nin sağlanacağı bir siyasi çözümden bahsetmiştiniz. Bir de Barış Konferansı adımı atmayı planlıyorsunuz. Bu Barış Konferansından tam olarak beklentiniz nedir? Ateşkes, insani yardım ve sonrasındaki siyasi süreç yani iki devletli çözüme gidecek, onu sağlayacak olan siyasi sürecin bu Barış Konferansı'yla birlikte başlamasını mı hedefliyorsunuz? Bu konferansın katılım düzeyinin nasıl olmasını umuyorsunuz? Bu bizim çözüm önerilerimizden biri. Bu konuyla ilgili olarak şu anda dayanışma halinde olduğumuz, meseleleri konuşabileceğimiz, çözebileceğimiz ülkelerle bu adımı atmanın planlarını yapıyoruz. Bu konuda Dışişleri Bakanlığımız çalışmalarını daha da geliştiriyor. Bu da muhataplarıyla çok daha farklı bir zemine inşallah taşıyacak. Tabii biz adil bir barışın kaybedeni olmaz, bunu başından beri hep söyledik. Söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz. Çünkü buna samimiyetle inandık, inanıyoruz. Savaşan taraflar dahil bölgede tüm aktörlerin katılacağı bir toplantıdan daha fazla barışa hizmet eden bir zemin olamaz. Bunları sağlamaya gayret edeceğiz ve topraklarımız tarih boyu nice büyük barışlara beşiklik etmiştir. Bunu bundan sonra da devam ettirmek bizim boynumuzun borcudur. Bunu yapabilecek güçteyiz. İnsan gücü olarak bizde var, beyin gücü olarak bizde var. Bu noktada herhangi bir sıkıntımız söz konusu değil ve geçmişimiz karanlık değildir. İslam İşbirliği Teşkilatı'yla Arap Ligi'nin işte dün birlikte yaptığı çalışmada ortaya çıkan tablo görünüyor. Bütün mesele demek ki işin içerisinde olunca bir şeyler değişiyor. İnşallah bu barış konferansında da böyle bir neticeyi alabiliriz. "ALAN MARKAJI YAPACAĞIZ" 7 Ekim'den bu yana insanlık ve küresel vicdan adına sergilediğiniz duruşunuzu ikinci bir "One minute" olarak değerlendirebilir miyiz? Sizce Ortadoğu'da bundan sonra ne olacak ne değişecek? Bir de bugün siz de belirttiniz, zirve marjında Sisi'yle bir araya gelmiştiniz. Aslında biraz siz de anlattınız ama görüşmenizin detayını biraz aktarabilir misiniz? Refah Sınır Kapısı, yaralılar, kanser hastalarının nakli ve insani yardım bağlamında Sisi ile somut bir planı ele aldınız mı? Davos'ta İsrail tarafından o dönemde yine çocukların öldürülmesi konusu vardı biliyorsunuz. Samimiyetle oluşmuş ve insanlığın adeta vicdanı olmuştu ve ben ondan sonra dedim ki bu Davos'a son gelişimdir. Dedim bir daha ben Davos'a gitmem. O kapıyı kapattım. O zat da zaten artık ortalıktan kayboldu, yok. Ama Allah ömür verdi bu zat ise burada... Şimdi de aslında kurduğumuz her cümle, attığımız her adım insanlık görevimizi yerine getirmek için. Filistin'de yaşananları görmezden gelmek, onların çığlığını yok sayıp yüz çevirmek bizim için imkansızdır. O zaman Davos'ta da, şimdi dünyanın çeşitli yerlerinde de bu vicdan çağrısını dillendirmiyor olsaydık, bu tutum kendimizi inkar anlamına gelirdi. İsrail, son Gazze saldırılarıyla uluslararası kamuoyunun desteğini yitirmiştir. Ülke yönetimleri emperyalist çıkarları doğrultusunda İsrail yönetimiyle kucaklaşma yarışına girse de toplumların nezdinde İsrail artık bebek katili bir ülkedir. Bundan sonraki süreç içerisinde de attığımız adımlarda dikkat etmemiz gereken hususlar var. Kesinlikle yani tükürdüğümüzü yalamamak gerekir. Çünkü burada da nasıl bir vicdan çağrısını o zaman yaptıysak bugün yine aynı şekilde bir vicdan çağrısı yapıyoruz. Vicdanlara sesleniyoruz. Herhalde bu insanların tamamı vicdansız değil. Tamamı vicdansız olsa 121 ülke burada Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda bizim gibi düşünmezdi. Hatta ben çekimserleri dahi adeta yanımızda hissettim. Onun için ne yapacağız? Markajımızı devam ettireceğiz. Adam adama markaj, alan markajı yapacağız. Çünkü bu topraklarda özellikle yıllar önce atılmış fitne tohumları var. Bu fitne tohumlarını temizlememiz lazım. Bunu da yapar mıyız? Ben yapacağımıza inanıyorum ve bu güç, bu kalite, bu kapasite, bölgede diğer ülkelerde de var. Fakat hepsinde endişe var ve bu endişe ortadan kalkmalı. Türkiye böyle düşünüyorsa biz de aynı şekilde bu adımı atabiliriz dedirtmemiz lazım. Bölgemizdeki çatışmaların, savaşların, ihtilafların ve gerilimlerin tek bir panzehiri vardır, birlik. Bir olur, iri olur ve diri olursak bölgemizdeki ateşler bir bir söner. Yangın yerine dönen bu coğrafya geçmişte olduğu gibi gül bahçesi, medeniyet güneşi haline gelir. Bütün farklılıklarımızı zenginlik kabul ederek bir kenarda tutup ortak müştereklerimizi ön plana çıkartırsak emin olun bütün sorunlarımızın çözüm yoluna girmeye başladığını görürüz.Bölgemiz, on binlerce kilometre öteden gelerek burada güç devşirmek isteyen ülkelerden bir an önce kurtulmalı. "ADALET MANİFESTOSU" Siz yıllar önce, yanılmıyorsam 2013 yılında, Birleşik Milletler Genel Kurulu'nda New York'ta Dünya 5'ten büyüktür dediniz. Şimdi bu çok küresel sisteme meydan okuyan, öncü, devrimci bir motto. Ama aynı zamanda da yeni bir güvenlik mimarisinde de dikkati çeken politik bir doktrin. Sonrasında Suriye, Ukrayna ve şimdi de Filistin'de yaşananlar karşısında aslında teziniz doğrulandı. Yani BM iyi bur duruş sergileyemedi. Sizin doktrininizin temeli de "5 daimi ülke temelindeki sistemle BM'nin etkisi kırılıyor." Bu işin öncüsü olarak Dünya 5'ten büyüktür tezinin öncüsü olarak ne olmalı? Yani BM'nin daha işlevsel hale gelmesi için somut olarak ne olmalı? Her şeyden önce dünyanın beşten büyük olduğunu kabullenenler bu 121 ülke oluyor. Ortaya koydukları tavırla dediler ki "evet dünya beşten büyüktür". 121 ülke "bak biz sizin gibi düşünmüyoruz, biz burada adaletin yanında daha adil bir dünya mümkündür anlayışıyla adım atıyoruz ve oylarımızı İsrail-Filistin arasındaki bu adeta savaşta, mazlumların yanında yer almak suretiyle tavrımızı koyuyoruz." dediler. Bu bana göre önemli bir sınavdı. Fakat şimdi yine diyorum. Bu işi devam ettirmemiz ve daimi üyeler de dahil bu 194-195 ülkenin burada adeta yanımızda yer aldığını görmek, ona göre adımları atmamız gerekiyor. Çünkü Birleşmiş Milletler'in kuruluş amacı işlevsiz bir duruma şu anda gelmiş vaziyette. Yani Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi dahi şu anda bir netice alamıyor. Yani bir tane üye orada ters davransa hiçbir şey yok. Şimdi bunları bizim Birinci Dünya Savaşı sonrasına değil sıfırdan başlayacak bir adımı önce ülkelere kabul ettirmemiz lazım ve hep birlikte de bu adımın atıldığını bütün dünyanın görmesi lazım. Barışı korumak üzere kurulmuş bir uluslararası yapının ardı ardına çıkan savaşları seyretmesi ne anlama geliyor?Birleşmiş Milletler'in de günün sonunda dağılıp tarihe karışmaması için revize edilmesi, adaletsiz yapısının değiştirilmesi ve yaptırım gücü olan, işlevsel hatta caydırıcı bir yapı kazanması şarttır.Birleşmiş Milletlerin ve diğer uluslararası örgütlerin işlevsiz olduğunu, ölen Müslüman olduğunda körleştiğini bir kez daha gördük. Küresel sistemin adaletsizliği, uluslararası kuruluşların güçten yana olduğunu, 5 ülkenin menfaatleri doğrultusunda küresel nizama yön verdiklerini hep söyledim, söylemeye devam edeceğim. Dünyanın beşten büyük olduğunu söylediğimizde bazıları bunu kuru bir slogan zannediyor.Bu aslında bir adalet manifestosudur.Kendini güncellemeyen, yenilemeyen hiçbir yapı yeni dünya düzeninde varlık gösteremez.İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan bir yapının da güncellenmesi artık elzemdir. Birleşmiş Milletlerdeki daimi üyelik ve veto sistemi değiştirilmeli. Dünyanın geleceği, halkların yaşamları veto hakkına sahip 5 ülkenin insafına bırakılamaz.Dünyada kimin hayatta kalacağına, kimin öleceğine, kimin kıtlığa mahkum olacağına, kimin zengin ve refah içinde bir yaşam süreceğine beş ülkenin karar vermesi kadar saçma bir şey olabilir mi?Beş ülkeden biri savaş olsun derse diğer bütün ülkelerin eli kolu bağlanıyor.Beş ülkeden biri "bu benim himayemde buna dokunamazsınız" derse himaye edilen ülkenin terörist yöntemleri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi zemininde meşru sayılıyor. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in de dediği gibi "Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa" "KÜRESEL MESELELERİN ÇÖZÜMÜNDE ROL OYNAYAN BİR TÜRK DÜNYASI" Efendim siz de belirttiniz, Birleşmiş Milletler sistemi bir noktada tıkandı. Bir taraftan da dünyada çok ciddi kriz alanları bulunuyor. Takdir edersiniz ki bu konulara eğilecek, etkin çözümler bulabilecek uluslararası kuruluşlara da ihtiyaç var. Bu noktada Türk Devletleri Teşkilatı öne çıkmaya başladı. Mesela "İsrail meselesinde Türk Devletleri Teşkilatı olarak sergileyeceğimiz duruş, diğer kuruluşlara örnek teşkil edecektir." demiştiniz. Bundan hareketle Türk Devletleri Teşkilatı bundan sonra küresel ve bölgesel tıkanıklıklarda daha ön planda olacak diyebilir miyiz? Bizler Türk Devletleri Teşkilatı'nın güçlenmesini, birlik içinde gücünü ortaya koymasını bu nedenlerle de istiyoruz. Uluslararası kuruluşlara örnek olacak kararlar almalı ve bölgesel, küresel sorunlara somut çözümler üretmeliyiz. En son "Türk Devri" teması ile toplantı yaptık biliyorsunuz. Türk Devri söylemi aslında bütün bunları da kapsıyor. Her alanda verecek güçlü mesajlarımız var ve bundan sonra da Birleşmiş Milletler başta olmak üzere bütün uluslararası kuruluşlara örnek olacak adımlar atmak için çabalayacağız. Bu nedenle bizler Türk Devletleri Teşkilatımızı 21. yüzyılın parlayan yıldızı olarak tanımladık. Siyasi ve stratejik iş birliklerini her geçen gün artırıyoruz. Teşkilat üye ülkeleri olarak ekonomiden politikaya, kültürden turizme, eğitimden spora kadar birçok alanda iş birliği yapıyoruz. Türk devletleri olarak birliğimizin, beraberliğimizin ve kardeşliğimizin perçinlenmesi sadece teşkilatımıza değil dünyaya da bir anlamlı yol açacaktır. Savaşları, yıkımları, küresel felaketleri, politik açmazları seyreden değil kapsamlı olarak değerlendiren, uygulanabilir ve sürdürülebilir çözümleri yol haritalarına dönüştürebilen bir teşkilattan söz ediyoruz. Birlikten doğan gücümüzün etkisiyle de uluslararası meselelerde söz sahibi olacak ve insanlığa anlamlı çıkış yolları sunabiliriz. Çünkü biz barış ve istikrara katkı yapan, küresel meselelerin çözümünde öncü rol oynayan bir Türk dünyası hedefliyoruz. "GEREKİRSE İKİSİYLE DE GÖRÜŞÜRÜM" Efendim benim sorum Türkiye'de son birkaç gündür devam eden yargıyla ilgili tartışmalar konusunda. Siz bir hakem rolü oynayabileceğinizi, iki tarafla da görüşebileceğinizi söylediniz. Yüksek yargıyla ilgili sorunların anayasal ve yasal zeminde çözülebileceğini vurguladınız. Şimdi Anayasa çalışmasının zaman alacağından yola çıkarak soruyorum. Acaba öncelikle hızlı bir şekilde yetki çatışmalarının önüne geçmek adına bireysel başvuru konusunda bir yasal düzenlemeye gidilebilir mi? Yargı kurumlarının başkanlarıyla görüşecek misiniz? Yani bireysel başvuruyla ilgili yasal düzenlemeye gitmek zor bir olay değil. Bütün iş Cumhur İttifakı'nın alacağı karara bağlı, atacağı adıma bağlı. Fakat bireysel başvuruyu hallettikten sonra iş bitmez. Bundan sonra bu bireysel başvurunun dayandığı kapı neresi olacak? Yine Anayasa Mahkemesi olacak. Önce Anayasa Mahkemesi'nin buna hazır hale gelmesi lazım. Zira birçok yasal düzenlemeler Anayasa Mahkemesi'ne gidiyor. Anayasa Mahkemesi'nde ters yüz ediliyor. Burada da parlamento böyle bir kararı alır ama bu karar Anayasa Mahkemesi tarafından ters yüz edilirse, bu zaman kaybından başka bir şeye yaramaz. Onun için parlamento şu anda malum plan bütçe çalışmalarına devam ediyor. Ama bireysel başvuruyla ilgili olarak, bunu zamanında Anayasa Mahkemesinin çalışmalarına hız kazandırır diyerek çıkarttılar. Şu anda bir öğrendim. Dedim ne kadar bireysel başvuru var? Yanıt 130 bin. Demek ki Anayasa Mahkemesi'nin çalışmalarını hızlandırma hedefini sağlamamış maalesef. Bunların üzerinde durmak, hayali davranmamak lazım ve benim tabii en son Yargıtay Başkanı'nın yaptığı açıklama, bu da tabii manidar. Bir önceki seyahatimizde ben bir ifade kullanmıştım. Demiştim ki Yargıtay üyeleri sadece hukukçulardan oluşuyor. Ama Anayasa Mahkemesi üyelerinin içinde hukukçular olduğu gibi bunların yanında valiler vardır, bunların yanında iktisatçılar vardır, sosyologlar vardır vesaire böyle de olması zaten gerekir. Ama misyonu noktasında ağırlık nerededir? Yargıtay'dadır. Orada Anayasadan tutun, Ticaret Hukukuna, İş Hukukuna varıncaya hepsi Yargıtay'da. Buradaki kavganın tarafı olacak halim yok, o ayrı bir şey. Ama işin hakemliğine gelince bu hakemliği yapma da tabii bize görev düşebilir. O da bize yine Anayasa'nın yüklediği bir görevdir Cumhurbaşkanı olarak. Temennimiz odur ki tabii böyle bir gerilim olmasaydı. İki yargı kurumunun başkanlarıyla görüşme konusuna gelirsek. Gerekirse her ikisiyle de görüşürüm. Yargıtay Başkanı'yla zaten görüştük. Anayasa Mahkemesi Başkanı'yla da gerekmesi halinde görüşürüz. Görüşmemek diye bir şey söz konusu değil.

Polonya'da halk sandık başına geçti Haber

Polonya'da halk sandık başına geçti

Polonya'da halk önümüzdeki 4 yıl boyunca görev yapacak olan siyasal iktidar ve parlamento üyelerini belirlemek için bugün sandığa gidiyor. Seçmen sayısının 29 milyon 91 bin 533 olduğu 37 milyon 766 bin nüfuslu ülkede oy verme işlemi TSİ 08:00'da başladı. Vatandaşlar 22:00'a kadar 31 bin 497 noktada oylarını kullanabilecek. Parlamentonun alt kanadı Sejm'in 460 üyesi ile üst kanat Senato'nun 100 üyesinin belirleneceği seçimler için dış temsilciliklerde de oy verme işlemleri sürüyor. Seçim barajının siyasi partiler için yüzde 5, siyasi ittifaklar için ise yüzde 8 olduğu ülkede, anketler yaklaşık yüzde 35'lik oy oranıyla iktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi'ni önde gösteriyor. Ana muhalefet bloğu Vatandaş Koalisyonu (Koalicja Obywatelska) yüzde 30 ile ikinci sırada yer alırken, Polonya Halk Cephesi PSL ile Polonya 2050 partilerinin oluşturduğu Üçüncü Yol (Trzecia Droga) koalisyonu yüzde 11, Sol koalisyon (Lewica) yüzde 9, aşırı sağcı Konfederacja Partisi ise yüzde 8 oy oranı ile parlamentoya girmesi beklenen diğer siyasi partiler arasında yer alıyor. Eş zamanlı referandum düzenlenecek Ülkede genel seçimlerle eş zamanlı olarak 4 sorudan oluşan referandum da düzenlenecek. Vatandaşlara "Avrupa bürokrasinin dayattığı zorunlu yeniden yerleştirme mekanizmasıyla Orta Doğu ve Afrikalı binlerce yasadışı göçmen alınmasını destekliyor musun?", "Polonya'nın Belarus sınırına yerleştirdiği bariyerlerin kaldırılmasını destekliyor musun?", "Emeklilik yaşının yeniden 67'ye çıkarılmasını destekliyor musun?", "Polonyalıların ekonominin stratejik sektörleri üzerindeki kontrolü kaybetmesine yol açacak şekilde devlete ait varlıkların yabancılara satılmasını destekliyor musun?" sorularının yöneltileceği referandum için muhalefet partileri "büyük bir yalan ve manipülasyon" yorumu yaparken, seçmenlere referanduma katılmamalarını tavsiye ediyor. Resmi olmayan genel seçim sonuçlarının ise bu akşam açıklanması bekleniyor.

YENİDEN REFAH PARTİSİ’NDEN ÜLKE SİYASETİNDE BİR İLK Haber

YENİDEN REFAH PARTİSİ’NDEN ÜLKE SİYASETİNDE BİR İLK

Milli Siyaset Kurulları toplantısı, Yeniden Refah Partisi Siyasi İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Bayram Sakartepe, Milli Siyaset Kurulları Genel Koordinatörü ve MKYK Üyesi Yunus Emre Taşçı riyasetinde düzenlendi. Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Dr. Fatih Erbakan tarafından ülke siyasetine yeni bir bakış açısı getirilerek, gölge kabine modeli, “Milli Siyaset Kurulları” adı altında ülkemizde ilk kez Yeniden Refah Partisi tarafından oluşturuldu. Milli Siyaset Kurulları; alanında uzman akademisyenlerden, iş insanlarından ve toplumun farklı kesimlerinden 200 kişinin üzerindeki nitelikli kadrolarıyla, ekonomiden gençliğe, tarımdan eğitim ve teknolojiye kadar 20 farklı kurulu bünyesinde bulunduruyor. Yeniden Refah Partisi MKYK Üyesi ve Milli Siyaset Kurulları Genel Koordinatörü Yunus Emre Taşcı, “Milli Siyaset Kurulları’mızın temelleri yaklaşık 2 sene önce Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan ve Siyasi İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Av. Bayram Sakartepe öncülüğünde atıldı ve siyasi tarihimizde yeni ve önemi gün geçtikçe daha da iyi anlaşılacak olan bir model olarak, ülke siyasetinde her zaman bir pusula vazifesi gören Milli Görüş kadroları tarafından partimizin ve aziz milletimizin istifadesine sunuldu. 20 aktif kurulumuz ve 200’ün üzerinde nitelikli insan kaynağı ile yaptığımız çalışmalarda, hem mevcut bakanlıkların yapısal ve işlevsel sorunlarını teşhis ve tedavi merkezli olarak ele alıyor, hem de parti politikalarımızın her zaman güncel ve aktif bir mahiyette olması adına mutfak çalışması vazifesini üstleniyoruz. Ne kadar doğru bir model ortaya koyduğumuzun emareleri, diğer siyasi partilerin de farklı isimlerle benzer modeller üzerine çalışmalarına başlamasıyla sarih bir şekilde ortaya çıkmıştır. Milli Görüş kadroları olarak Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan öncülüğünde; hem ülke siyasetine yön vermeye, hem de milletimizin yoğun teveccühü ile çığ gibi büyüyen Yeniden Refah Partimizin iktidara geldiğinde yapacağı çalışmaları aziz milletimizin yüksek takdirlerine sunmaya devam edeceğiz” şeklinde açıklama yaptı.

Herkes zehirli sanarak Haber

Herkes zehirli sanarak "yemeyin" diyor! Almak için 29 ülke sırada bekliyor

Asıl mesleği aşçılık olan 67 yaşındaki Murat Mıhladız, 1994 yılında kapari bitkisinden çeşitli gıda ürünleri üretmeye başladı. Mıhladız, özel ürettiği kaparili gıda ürünlerinin bir kısmını tescil de ettirdi. Mıhladız'ın kapari bitkisinden ürettiği 17 farklı gıda ürünü, yurt içinin yanı sıra 29 ülkeye gönderiliyor. Kapari’den üretilen ürünler yurt dışında yoğun ilgi görüyor. BİRÇOK RAHATSIZLIĞA İYİ GELİYOR Kaparinin birçok hastalığa iyi geldiğini belirten Murat Mıhladız, “Bu kapariyle tarladan sofraya kadar olan kısmıyla çalışmaya başladık. Aşçı olmam sebebiyle bu bitkiyi tanıdıktan sonra çok kıymetli ve şifalı olduğunu gördük. Bu bitkiden çeşitli gıdalar üretmeye karar verdik. Gıda maddesi olarak ürettiğimiz bu ürünlerin hepsinin ayrı ayrı hastalıkları iyileştirdiğini öğrendik. MS hastalığı, karaciğer, kanser, kan ve sindirim sistemi hastalıkları gibi rahatsızlıklara iyi geldiği anlaşıldı. İnsanlarda bu ürünlerimizin iyi geldiğini görünce üniversitelerde klinik çalışmalar yapmaya başladık” dedi. HERKESİN ZEHİRLİ BİLDİĞİ MEYVEYİ DÜNYAYA İHRAÇ EDİYOR Kapari karpuzu olarak adlandırılan meyvenin tüm dünyada zehirli olarak bilindiğini ancak araştırmalara göre öyle olmadığını belirten Mıhladız, “Kaparinin çayı, tomurcuğundan turşu, dünyanın çeşitli ülkelerinde birçok yemekte kullanılıyor. Tabii ki dünya sadece tomurcuklarını tüketiyordu. Biz meyvesini kullanmaya başladık. Kapari karpuzu dediğimiz meyvesi için ‘Zehirlidir, sakın yemeyin’ diyerek insanlara lanse edilmiş. Ancak bunun zehirli olmadığını 2000 yılında TÜBİTAK Gıda Bilimi Araştırma Enstitüsü'nde zehirli olmadığını klinik çalışma yaparak belirledik” ifadelerini kullandı. İHA

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.