Yani bir yargınız varsa elinizde, onun karşısına başka bir yargı koyabilir ve aynı küme içerisinde, üzerine konuşabilirsiniz.
Bu varlık yokluk konusunda da geçerli.
Fakat hiçlik çok daha farklı bir şey.
Fiziksel anlamda hiçlik; fiziksel uzayın olmadığı kümelere denir ve hiçlik sözcüğü herhangi bir fizik içerisinde incelenemez.
Bu ilginçtir çünkü biz fiziğin içerisinde varlığı veya yokluğu inceleyebiliyoruz.
Bir şeyin var yada yok olduğuna karar verebiliyoruz ancak bir şeyin hiç olduğuna karar veremeyiz veya hiçliğin varlığına karar veremeyiz. Hatta hiçliğin üzerine hiç bir şey söyleyemeyiz fiziksel anlamda..
Fakat felsefî düzlemde hiçlik söz konusu olabilir.
Hiçlik; üzerine konuşulmaması demek.
Fakat şu şekilde anlaşılabilir;
Bir şey var, üzerinde konuşamıyoruz ve buna hiçlik diyoruz.
Daha evvel hakikatle ilgili bazı yargılarda bulunmuştum;
Hakikat şöyledir, böyledir vs.. bu şuna benziyor;
Hakikat var ve hakikat üzerine kurulmuş yargılar var.
Ancak ben bunu demiyorum.
Hakikatten bahsederken o şeyin dualiter mantıkla incelenemeyeceğini de söylüyorum.
Yani hakikat var?
Hayır.
Hakikat yok?
O da hayır..
Varlık veya yokluk gibi ikilemlerden muaf birşey olması gerekir hakikatin..
Bu durumda yaptığımız bir çok gündelik tartışmalara da yeniden bakmamız gerekebilir...
İnanç tartışmalarında varlık ve yokluktan bahsediyorsak; öncelikle yaptığımız tartışmanın dualiter mantığın çerçevesinden çıkmadığını görmek lazım.
Öncelikle hiç, yanında karşıtını getirmez.
En çok hiçlikle karıştırılan kelime olan 'yok'un karşıtı 'var' kelimesidir.
'Hiç'in karşıtını dil bilimciler belki 'hep' olarak kullanabilirler fakat 'hep' bir sıfattır.
'Hiç' bir durumdur.
Yani 'hep'i tanımlamak zorunda kalsaydım, bahsettiğim şeye her referans verdiğimde aynı sonucu alıyor olsaydım buna 'hep' derdim. Ve bunun karşıtı olarak, yine bahsettiğim şeye her referans verdiğimde aynı sonucu almıyorsam, 'hep'in karşıtı 'hiç' değil, 'bazen' kelimesi olur...
'Hiç' herhangi bir duruma verilen sıfat değil.
Herhangi bir şeyi işaret eden bir şey de değil.
Hiç kendi kendine bir durumdur..
Karşıtı olmaması bir yargıdır.
Refere edilemeyecek olması da bir yargıdır.
Karşıtı olmadığı gibi, kendisinden bir tane daha yoktur.
Mesela 'hiçler' diyemeyiz. Bu anlamsız bir kelime olacaktır.
Bu durumda kendisinden birden fazla olduğunu söyleyemeyiz. Peki acaba kendisinden bir tane olduğunu söyleyebilir miyiz?
Yani birden fazla yok. Peki bir tane mi??
Hiç öyle bir durum ki, biri de içerisinde içermeyecektir.
Peki hiçliğe bakış nasıl olacaktır?
Hiçliğe bakış; algıya neden olmayacaktır.
Yapısalcı felsefenin temelinde semiyotik denen bir şey vardır. Semiyotik eski yunancada işaret anlamına gelen semeîon kelimesinden gelir.
Algılayıcının, algılayan ve sinyalle olan ilişkisini incelemekte kullanılan bir dal, bir düşünce biçimi.
Semiyotik anlamda hiçliğe bakınca şunu görüyoruz;
Algılanılacak olan şeyden herhangi bir sinyal gelmiyor. Yani hiç bir şekilde algı oluşturmuyor.
Şimdi siz bu yazıya baktığınızda, yazıyı yazan biri olduğunu algılıyorsunuz, yazıya olan ilginizi algılıyorsunuz, benimle ilgili fikir sahibi oluyorsunuz.
İşte benim yazdıklarım okuyucular tarafından başka başka şekillerde algılanılıyor ve burada bir üçgen oluşuyor. Bu üçgen semiyotiktir.
Sinyalin kendisi, gönderen olan ben ve algılayıcı siz semiyotiktir.
'Hiç'i bu üçgende gönderenin yerine koyduğumuzda, hiç, herhangi bir sinyal oluşturmadığından dolayı herhangi bir algı oluşturmayacaktır.
Yani bu durumda hiçlik semiyotik anlamda değildir.
Bu bi yargıdır.
Hiçlikle yokluk arasındaki fark burada da net bir şekilde görülmektedir.
Bir şeye 'yok' diyebilmemiz için, öncesinden var olmuş ve bir algı oluşturmuş olması gerekmektedir.
Bir şeyin yokluğundan bahsediyorsak, o şey daha önceden var demektir.
Oysa hiçlikten bahsederken daha önce var olduğundan bahsedemeyiz.
Yok olduğundan da ^^
Bazen "hiçlikten gelmek, hiçten var olmak" gibi tanımlar kullanır yada duyarız. Mesela "evren hiçten var oldu" deriz. Oysa evren yoktan var olmuştur. Çünkü dediğimiz gibi hiç, herhangi bir sinyal vermez varlık yada yokluğa dair..
Evren, evrenin olmadığı halinden gelir.
Peki bu evrenin içerisinde nasıl hiçlik üzerine felsefî yargılar koyabiliyoruz derseniz;
Bizim koyduğumuz felsefi yargılar, var olan felsefi yargıların yanlışlamasından ibaret.
Hiçlik refere edilemez
Hiçlik üzerine matematiksel işlem yapılamaz
Hiçlik semiyotik bir üçgen oluşturmaz
Bunlar bizim varlık dediğimiz küme içerisinde kurduğumuz düşünce biçimleri.
Ve biz bunların yanlışlamalarını yaparak hiçliğe dair yargılar koyuyoruz.
Peki bu durumda hiçlik nasıl söz konusu olabiliyor?
En büyük sorulardan bir tanesi bu.
Bu da, bizim bulunduğumuz küme içinde hiçliğe dair bir yanlış yaptığımızı gösterir.
Çünkü hiçlik söz konusu olamıyor olmalıdır.
Etimolojik anlamda hiç sözcüğüne baktığımızda, hiç sözcüğü türkçede sadece hiç anlamına gelir.
Eski türkçede de sadece hiç anlamına "heç" anlamına gelir. Fakat 'yok' sözcüğü 'kalmayan' anlamındadır.
Bir zamanlar varmış, kalmamış. Yõd'dan gelir. Bitmiş, tüketilmiş manasında.
Biz "hiç" sözcüğü üzerine konuşamıyor olmamıza rağmen cümlelerimizde onu işaret ediyoruz.
Buddha'nın hakikat üzerine söylediği bir sözünden bahsetmek istiyorum;
"Ay'ı gösteren parmak, ay'ın kendisi değildir"
Yani parmak sadece ay'ı işaret eder fakat ay ile hiç bir alakası yoktur.
Hiçlik kelimesi ve hiç de, algı oluşturmayan başka birşeye işaret etmektedir fakat bunu biz hiç kelimesine bakarak göremeyiz.
Aynı parmağa bakarak ay'ı göremeyeceğimiz gibi..
Hiçliği bu kadar uzun uzadıya yazmış olmamın sebebi hakikatlerimiz üzerine konuşurken ne kadar yanlış yaptığımızı göstermek olsun. Hakikati anlatmak için, onun konumunda başka bir şeyi anlatmak lazım.
Hakikat da günlük kullanımda çok yaygın bir sözcük. Gerçek anlamına geliyor, doğru anlamına geliyor, fakat hiç birisi hakikat anlamına gelmiyor..
Hepsi her biri aslında hakikati ifade etmiyor.
Sadece işaret ediyor.
Hakikatin üzerine yargılar koyulamaz.
Aynı hiçliğin üzerine yargılar koyulamadığı gibi.
Hiçlik dediğimizde aklımıza siyah bir tablo gelebilir. Ancak o siyah bir tablodur.
Hiçlik varlık veya yokluğun söz konusu olmadığı şeye denir.
İşte burada dualiter mantığımızın çöktüğü, artık tanımlayamayacağı başka bir sınırı geçmekteyiz.
Burdan sonrası çöldür.
Mantığın düzlemi, mantıktan bahsedilen bilginin nasıl erişilebileceğinin düzlemi çok fazla bilgi içermez.
Hiçlik, hakikat bunlar erişilmeyecek haldedir.
Yolları belirli değildir.
Bunlara patikalar da çizilmemiştir.
Çizilmiş olan patikalar da sadece belli bir yerlerde dolanmaya yarar.
İşte bu yerin adı evren.
******
Bizlerin hiçlik veya hakikatle ilgili herhangi bir yargı koyamıyor olmamızın nedeni de, bizim bu evrenin kurallarıyla düşünüyor olmaya devam ediyor olmamız..
Bu vesile ile gözlemci ve hakikat arasındaki ilişkiye geri dönmek istiyorum.
Bahsedilen hakikat gözlemci değildir.
Biz gözlemci deyince akla tanrı figürü geliyor olabilir fakat bu çok büyük bir yanlıştır.
Gözlemci bu düzleme bakan demektir.
Bu düzlem dediğimizse evrendir.
Hakikatle ilgili vardığım sonuçsa;
Hakikatin bu evrenin içinde olmadığıdır.
Gözlemci bu evrene bakıyorsa demekki gözlemci hakikat değildir.
Gözlemci bu evrene bakan ve bu evrenden ibaret olandır.
Biz bu evrene bakarak hakikati göremeyiz
Fakat bu evrenin işaret ettiği yere bakarsak;
Orada hakikati göreceğiz
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Bilinmeyen
HAKİKAT VE HİÇLİK ÜZERİNE
Yani bir yargınız varsa elinizde, onun karşısına başka bir yargı koyabilir ve aynı küme içerisinde, üzerine konuşabilirsiniz.
Bu varlık yokluk konusunda da geçerli.
Fakat hiçlik çok daha farklı bir şey.
Fiziksel anlamda hiçlik; fiziksel uzayın olmadığı kümelere denir ve hiçlik sözcüğü herhangi bir fizik içerisinde incelenemez.
Bu ilginçtir çünkü biz fiziğin içerisinde varlığı veya yokluğu inceleyebiliyoruz.
Bir şeyin var yada yok olduğuna karar verebiliyoruz ancak bir şeyin hiç olduğuna karar veremeyiz veya hiçliğin varlığına karar veremeyiz. Hatta hiçliğin üzerine hiç bir şey söyleyemeyiz fiziksel anlamda..
Fakat felsefî düzlemde hiçlik söz konusu olabilir.
Hiçlik; üzerine konuşulmaması demek.
Fakat şu şekilde anlaşılabilir;
Bir şey var, üzerinde konuşamıyoruz ve buna hiçlik diyoruz.
Daha evvel hakikatle ilgili bazı yargılarda bulunmuştum;
Hakikat şöyledir, böyledir vs.. bu şuna benziyor;
Hakikat var ve hakikat üzerine kurulmuş yargılar var.
Ancak ben bunu demiyorum.
Hakikatten bahsederken o şeyin dualiter mantıkla incelenemeyeceğini de söylüyorum.
Yani hakikat var?
Hayır.
Hakikat yok?
O da hayır..
Varlık veya yokluk gibi ikilemlerden muaf birşey olması gerekir hakikatin..
Bu durumda yaptığımız bir çok gündelik tartışmalara da yeniden bakmamız gerekebilir...
İnanç tartışmalarında varlık ve yokluktan bahsediyorsak; öncelikle yaptığımız tartışmanın dualiter mantığın çerçevesinden çıkmadığını görmek lazım.
Öncelikle hiç, yanında karşıtını getirmez.
En çok hiçlikle karıştırılan kelime olan 'yok'un karşıtı 'var' kelimesidir.
'Hiç'in karşıtını dil bilimciler belki 'hep' olarak kullanabilirler fakat 'hep' bir sıfattır.
'Hiç' bir durumdur.
Yani 'hep'i tanımlamak zorunda kalsaydım, bahsettiğim şeye her referans verdiğimde aynı sonucu alıyor olsaydım buna 'hep' derdim. Ve bunun karşıtı olarak, yine bahsettiğim şeye her referans verdiğimde aynı sonucu almıyorsam, 'hep'in karşıtı 'hiç' değil, 'bazen' kelimesi olur...
'Hiç' herhangi bir duruma verilen sıfat değil.
Herhangi bir şeyi işaret eden bir şey de değil.
Hiç kendi kendine bir durumdur..
Karşıtı olmaması bir yargıdır.
Refere edilemeyecek olması da bir yargıdır.
Karşıtı olmadığı gibi, kendisinden bir tane daha yoktur.
Mesela 'hiçler' diyemeyiz. Bu anlamsız bir kelime olacaktır.
Bu durumda kendisinden birden fazla olduğunu söyleyemeyiz. Peki acaba kendisinden bir tane olduğunu söyleyebilir miyiz?
Yani birden fazla yok. Peki bir tane mi??
Hiç öyle bir durum ki, biri de içerisinde içermeyecektir.
Peki hiçliğe bakış nasıl olacaktır?
Hiçliğe bakış; algıya neden olmayacaktır.
Yapısalcı felsefenin temelinde semiyotik denen bir şey vardır. Semiyotik eski yunancada işaret anlamına gelen semeîon kelimesinden gelir.
Algılayıcının, algılayan ve sinyalle olan ilişkisini incelemekte kullanılan bir dal, bir düşünce biçimi.
Semiyotik anlamda hiçliğe bakınca şunu görüyoruz;
Algılanılacak olan şeyden herhangi bir sinyal gelmiyor. Yani hiç bir şekilde algı oluşturmuyor.
Şimdi siz bu yazıya baktığınızda, yazıyı yazan biri olduğunu algılıyorsunuz, yazıya olan ilginizi algılıyorsunuz, benimle ilgili fikir sahibi oluyorsunuz.
İşte benim yazdıklarım okuyucular tarafından başka başka şekillerde algılanılıyor ve burada bir üçgen oluşuyor. Bu üçgen semiyotiktir.
Sinyalin kendisi, gönderen olan ben ve algılayıcı siz semiyotiktir.
'Hiç'i bu üçgende gönderenin yerine koyduğumuzda, hiç, herhangi bir sinyal oluşturmadığından dolayı herhangi bir algı oluşturmayacaktır.
Yani bu durumda hiçlik semiyotik anlamda değildir.
Bu bi yargıdır.
Hiçlikle yokluk arasındaki fark burada da net bir şekilde görülmektedir.
Bir şeye 'yok' diyebilmemiz için, öncesinden var olmuş ve bir algı oluşturmuş olması gerekmektedir.
Bir şeyin yokluğundan bahsediyorsak, o şey daha önceden var demektir.
Oysa hiçlikten bahsederken daha önce var olduğundan bahsedemeyiz.
Yok olduğundan da ^^
Bazen "hiçlikten gelmek, hiçten var olmak" gibi tanımlar kullanır yada duyarız. Mesela "evren hiçten var oldu" deriz. Oysa evren yoktan var olmuştur. Çünkü dediğimiz gibi hiç, herhangi bir sinyal vermez varlık yada yokluğa dair..
Evren, evrenin olmadığı halinden gelir.
Peki bu evrenin içerisinde nasıl hiçlik üzerine felsefî yargılar koyabiliyoruz derseniz;
Bizim koyduğumuz felsefi yargılar, var olan felsefi yargıların yanlışlamasından ibaret.
Hiçlik refere edilemez
Hiçlik üzerine matematiksel işlem yapılamaz
Hiçlik semiyotik bir üçgen oluşturmaz
Bunlar bizim varlık dediğimiz küme içerisinde kurduğumuz düşünce biçimleri.
Ve biz bunların yanlışlamalarını yaparak hiçliğe dair yargılar koyuyoruz.
Peki bu durumda hiçlik nasıl söz konusu olabiliyor?
En büyük sorulardan bir tanesi bu.
Bu da, bizim bulunduğumuz küme içinde hiçliğe dair bir yanlış yaptığımızı gösterir.
Çünkü hiçlik söz konusu olamıyor olmalıdır.
Etimolojik anlamda hiç sözcüğüne baktığımızda, hiç sözcüğü türkçede sadece hiç anlamına gelir.
Eski türkçede de sadece hiç anlamına "heç" anlamına gelir. Fakat 'yok' sözcüğü 'kalmayan' anlamındadır.
Bir zamanlar varmış, kalmamış. Yõd'dan gelir. Bitmiş, tüketilmiş manasında.
Biz "hiç" sözcüğü üzerine konuşamıyor olmamıza rağmen cümlelerimizde onu işaret ediyoruz.
Buddha'nın hakikat üzerine söylediği bir sözünden bahsetmek istiyorum;
"Ay'ı gösteren parmak, ay'ın kendisi değildir"
Yani parmak sadece ay'ı işaret eder fakat ay ile hiç bir alakası yoktur.
Hiçlik kelimesi ve hiç de, algı oluşturmayan başka birşeye işaret etmektedir fakat bunu biz hiç kelimesine bakarak göremeyiz.
Aynı parmağa bakarak ay'ı göremeyeceğimiz gibi..
Hiçliği bu kadar uzun uzadıya yazmış olmamın sebebi hakikatlerimiz üzerine konuşurken ne kadar yanlış yaptığımızı göstermek olsun. Hakikati anlatmak için, onun konumunda başka bir şeyi anlatmak lazım.
Hakikat da günlük kullanımda çok yaygın bir sözcük. Gerçek anlamına geliyor, doğru anlamına geliyor, fakat hiç birisi hakikat anlamına gelmiyor..
Hepsi her biri aslında hakikati ifade etmiyor.
Sadece işaret ediyor.
Hakikatin üzerine yargılar koyulamaz.
Aynı hiçliğin üzerine yargılar koyulamadığı gibi.
Hiçlik dediğimizde aklımıza siyah bir tablo gelebilir. Ancak o siyah bir tablodur.
Hiçlik varlık veya yokluğun söz konusu olmadığı şeye denir.
İşte burada dualiter mantığımızın çöktüğü, artık tanımlayamayacağı başka bir sınırı geçmekteyiz.
Burdan sonrası çöldür.
Mantığın düzlemi, mantıktan bahsedilen bilginin nasıl erişilebileceğinin düzlemi çok fazla bilgi içermez.
Hiçlik, hakikat bunlar erişilmeyecek haldedir.
Yolları belirli değildir.
Bunlara patikalar da çizilmemiştir.
Çizilmiş olan patikalar da sadece belli bir yerlerde dolanmaya yarar.
İşte bu yerin adı evren.
******
Bizlerin hiçlik veya hakikatle ilgili herhangi bir yargı koyamıyor olmamızın nedeni de, bizim bu evrenin kurallarıyla düşünüyor olmaya devam ediyor olmamız..
Bu vesile ile gözlemci ve hakikat arasındaki ilişkiye geri dönmek istiyorum.
Bahsedilen hakikat gözlemci değildir.
Biz gözlemci deyince akla tanrı figürü geliyor olabilir fakat bu çok büyük bir yanlıştır.
Gözlemci bu düzleme bakan demektir.
Bu düzlem dediğimizse evrendir.
Hakikatle ilgili vardığım sonuçsa;
Hakikatin bu evrenin içinde olmadığıdır.
Gözlemci bu evrene bakıyorsa demekki gözlemci hakikat değildir.
Gözlemci bu evrene bakan ve bu evrenden ibaret olandır.
Biz bu evrene bakarak hakikati göremeyiz
Fakat bu evrenin işaret ettiği yere bakarsak;
Orada hakikati göreceğiz