Sorumluluğun birimi kilogramdır. Omuz başına düşer..
Devamlı bekleyen bir parçasıdır hayatımızın.
Herkes bizden bir şey bekler;
Annen çamaşırlarını toplamanı bekler,
Sevgilin sabah onu aramanı bekler,
Okulun bir an önce bitmeyi bekler,
Arkadaşın bilmem hangi gününde yanında olmanı bekler,
Çocuğun onunla ilgilenmeni, oyunlar oynamanı bekler,
Birileri para kazanmanı bekler,
Birileri atom karınca olmanı bekler,
Başka birisi kul köle olmanı bekler,
Bazıları çok cılız bir sevgi bekler,
Bazı diğer uzaktan tanıdıklar hal hatır sormanı bekler,
Devlet vergi bekler,
Düşmanın uyumanı bekler (bu durumda sorumluluklarını unutmanı bekler)
Başa dönelim, bu kısım içime der oluyor;
Sevgilin en gereksiz zamanda, belki en gereksiz ihtiyaçlarını dinlemeni hatta bunları dile getirmeden anlamanı ve çözüm bulmanı bekler, çocuğun masal okumanı, oyun oynamanı bekler. Yığınla çalışma dosyası bekler..
Bekler.... ekler.. kler... ler... er...ee?
Bu arada 'ben'in sadece bekler.
Zart zurt etmeden,
Sessizce bekler.
Sana bir sır vereceğim;
Yaklaş hele, dinle pür dikkat.
Galiba en büyük sorumluluk, senden hiçbir şey beklemeyeni bekletmemektir..
Onu bekletme işte.
Kendini bekletme.
Sakın.
Yükü, sevdiğin tüm o başkalarından, kendi sırtına çıt çıkarmadan almaktır çünkü sorumluluk!
O kadar yüklüyken, hedefe ulaşmayı engelleyecek her artı yükü küçük ayak hareketleriyle savuşturmak, savuşturamadıklarına da sonucun güzel siması hatrına ses etmemektir.
İçinden; 'herşey çok güzel olacak' diye kendini besleyebilmek, can katmaktır.
Çünkü sorumluluk; isteyip istemediğiniz sorulmadan, sahip olmanız beklenen olgudur.
Doğduğumuz andan itibaren yüklenir omuzlara çeşitli şekillerde.
Kimimiz taşırız bu yükü, kimimizse altında eziliriz.
Bazen ağır gelir sorumluluklar...
Yaşamak için değil de, sorumlulukları gerçekleştirmek için yaşar hale gelir insan. Ve bunu farketmesi bazen bir ömür sürer...
Sorumlulukların bazıları birey tarafından kabul edilirken, bazıları başkaları tarafından o sorumluluğu almak zorundaymışsınız gibi benimsetilir.
Bazen yanında gelen bu sorumluluğun yükünden kaçmak için, tercihlerimizin-seçimlerimizin kesinliğinden, keskinliğinden vazgeçeriz.
Bu ne demek?
Yaptığımız seçimlerin "söylenişini" küntleştiririz mesela; "ben bunu istiyorum!" demeyiz de, "şöyle olsa daha iyi olur sanki" gibi daha "soft" ifadeler kullanırız.
Olumsuz eleştirileceğimiz kaygısının bizi yönlendirmesiyle, "alma olasılığımız olan" sorumluluğun yükü fazla geldiği için...
Çünkü kesin ve keskin ifadeler, seçimler, tercihler, yerini "seçmeme" davranışına götürür.
Bu "seçmeme" davranışının altında, karşımızdaki insanın beklenti, istek ve tercihleriyle "çelişme" olasılığı da rahatsız edicidir.
Hele de bu kişi, çok çok değer verilen ve asla üzülmesi istenmeyen biriyse...
Acaba kendi özgür kararımızı, seçimimizi, "ben bugün xxx yapmak istiyorum!", "hadi xxx'e gidelim!" vb.
biçimlerinde "ifade etmiyor olmak", duygusal olarak bizi daha da küntleştiriyor, ölgünleştiriyor olabilir mi?
Bazen, verdiğimiz kararlar nedeniyle işler kötü gidebilir; tercih ettiğimiz xxx'den memnun kalınmayabilir.
üstelik bu (küstahça memnuniyetsizliğin) bütün faturası da, seçimi yapan kişiye kesilebilir.
Yine de, kendin olmak adına, altına imzanı güçlü, kararlı ve net bir biçimde attığın seçim ve tercihlerle, hayat daha dolu geçmez mi?
Viktor E. Frankl, İnsanın anlam arayışı isimli kitabında şöyle der;
"ne var ki özgürlük son söz değildir.
Özgürlük sadece öykünün bir bölümü ve gerçeğin yarısıdır.
Özgürlüğün olumlu yanı sorumluluk olan olgunun tamamen negatif yanından başka bir şey değildir.
Aslına bakılacak olursa, sorumluluk terimiyle yaşanmadığı sürece, özgürlük yozlaşma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
İşte bu yüzen doğu yakasındaki özgürlük anıtı'na, batı yakasında sorumluluk anıtı'nın eklenmesini öneriyorum."
********
Dün bir arkadaşımla yaşadığı ülkedeki büyükanne ve dedelerin torunlarıyla ilgilenme konusuna nasıl baktıklarını konuştuk. "zaman geçirmek istiyorlar ama sorumluluk istemiyorlar." dedi.
Yani hani bilirsiniz, herkes gibi..
Bu yüzden teyze, dayı olmanın değişik bir tadı var.
Anlık olarak anne gibi hissedebilir ama bir sıkıntı çıktığında "annesi seni istiyor" deyip verirler çocuğuya?
Bu demek ki; "benim sorumluluğumun sınırına geldik, bundan sonrasına karışmak, güzel gönlümü yorup da keyfimi kaçırmak istemiyorum."
(haberler iyi! Kendi çocuğunuz olunca bağışıklık kazandığınız için bunu dememeye başlıyorsunuz.
Üzerinize bulaşacak fazladan bir kusmuğun, bir çocuğu sakinleştirmek için azıcık konforunuzdan vazgeçmenin lafı olmuyor.. ve daha bir sürü şeyden)
Bir kelimeyi çok tekrarladığımızda anlamını yitiriyor ya hani, bana da öyle oldu.
Tdk demiş ki: kişinin kendi davranışlarını veya kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi, sorum, mesuliyettir sorumluluk.
Kendi yetki alanına giren...
Peki kendi yetki alanımızı yeniden belirlediysek ne olacak?
Ebeveynler çocukları daha doğmadan onun sorumluluğunu üstlenmek, zararlı alışkanlıklarını bırakıp, kendilerine muhtaç bir canlının hayatta kalması için ne gerekiyorsa yapmak zorundalar; ebeveynliğin en birincil tanımı zaten bu.
Giydirmesen soğuktan, yedirmesen açlıktan ölecek bir canlı var karşımızda; ki daha sosyal, duygusal, ruhsal, psikolojik ve benzeri ihtiyaçlar konusuna gelmedik bile.
Peki ya ebeveynlerin bu sorumluluğu reddedip, kendi yetki alanlarını yeniden belirlemeleri durumunda ne olacak?
Ebeveynlerin çocuklarını bir yere bırakıp gittiklerini düşünelim.
Artık hayatlarında çocuklarına dair bir sorumlulukları kalmamış oluyor. (Kendi kendine yenilenmiş sorumluluk alanı. Mis gibi)
O saatten sonra artık çocuklarıyla ilgili herhangi bir şey düşünmek zorunda değiller, kendi hayatlarına devam edecekler....
Aradan belki 10 yıl 20 yıl geçtikten sonra çocuklarını bulmak isteyip, yeniden ebeveynlik yapmaya karar vermiş olsunlar. (çünkü ebeveynlik böyle tak çıkar bir durum olmuş olsun) aradaki 10/20 yıl boyunca hiçbir sorumlulukları yoktu öyle mi?
Yeniden ebeveynlik rolü üstlenmek isteyip istememeleri de önemsiz. Hatta; kendilerine göre yeni bir sınır çizerek sorumluluklarından kurtulmuş olabilirler mi gerçekten?
Geçen yıllar içinde o çocuğun alması gerekli olup almadığı her şey için yaşadığı eksiklikler, maruz kaldığı fazlalıklar onu dünyaya getiren insanların sorumluluğundan çıkmış oluyor mu?
Aslında konu yalnızca ebeveynlik de değil.
Mesela sadece söylediklerimizden mi sorumluyuz; ya söylemediklerimiz??
Söylemediklerimiz yüzünden yaşananlar?
Biz söylemeye karar verene, aklımız başımıza gelene kadar söyleyeceklerimizi duyacak kişinin yaşadıkları ne olacak?
Var olabilecekken yokluğu tercih etmişken, yokluğumuzun yarattığı eksiklik ya da sıkıntılardan kendimizi özgür kılabilir miyiz?
Kılamayız; sorumluyuz.
Bu yüzden doğru zamanda hissedilmeyen sorumluluğun ya da verilmek istenenlerin pek bir anlamı yok.
Bu yüzden geride bırakılanlar basit bir soruya cevap verir gibi çağrıldıklarında gelmiyorlar...
Neden mi?
Doğru zamanda yapmadıklarımızdan, bulunmamız gerekirken bulunmadıklarımızdan, "bir ara bakarız" dedikten sonraki, biz bakana kadar yaşananlardan...
Yani şunu beyninin bir köşesine yaz.
Kesin yaz.
"VARLIĞIMIZ KADAR, YOKLUĞUMUZDAN DA SORUMLUYUZ..!!"
Sevgi ve selamlarımla..
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Bilinmeyen
SORUMLULUK ÜZERİNE
Sorumluluk Üzerine
Sorumluluğun birimi kilogramdır. Omuz başına düşer..
Devamlı bekleyen bir parçasıdır hayatımızın.
Herkes bizden bir şey bekler;
Annen çamaşırlarını toplamanı bekler,
Sevgilin sabah onu aramanı bekler,
Okulun bir an önce bitmeyi bekler,
Arkadaşın bilmem hangi gününde yanında olmanı bekler,
Çocuğun onunla ilgilenmeni, oyunlar oynamanı bekler,
Birileri para kazanmanı bekler,
Birileri atom karınca olmanı bekler,
Başka birisi kul köle olmanı bekler,
Bazıları çok cılız bir sevgi bekler,
Bazı diğer uzaktan tanıdıklar hal hatır sormanı bekler,
Devlet vergi bekler,
Düşmanın uyumanı bekler (bu durumda sorumluluklarını unutmanı bekler)
Başa dönelim, bu kısım içime der oluyor;
Sevgilin en gereksiz zamanda, belki en gereksiz ihtiyaçlarını dinlemeni hatta bunları dile getirmeden anlamanı ve çözüm bulmanı bekler, çocuğun masal okumanı, oyun oynamanı bekler. Yığınla çalışma dosyası bekler..
Bekler.... ekler.. kler... ler... er...ee?
Bu arada 'ben'in sadece bekler.
Zart zurt etmeden,
Sessizce bekler.
Sana bir sır vereceğim;
Yaklaş hele, dinle pür dikkat.
Galiba en büyük sorumluluk, senden hiçbir şey beklemeyeni bekletmemektir..
Onu bekletme işte.
Kendini bekletme.
Sakın.
Yükü, sevdiğin tüm o başkalarından, kendi sırtına çıt çıkarmadan almaktır çünkü sorumluluk!
O kadar yüklüyken, hedefe ulaşmayı engelleyecek her artı yükü küçük ayak hareketleriyle savuşturmak, savuşturamadıklarına da sonucun güzel siması hatrına ses etmemektir.
İçinden; 'herşey çok güzel olacak' diye kendini besleyebilmek, can katmaktır.
Çünkü sorumluluk; isteyip istemediğiniz sorulmadan, sahip olmanız beklenen olgudur.
Doğduğumuz andan itibaren yüklenir omuzlara çeşitli şekillerde.
Kimimiz taşırız bu yükü, kimimizse altında eziliriz.
Bazen ağır gelir sorumluluklar...
Yaşamak için değil de, sorumlulukları gerçekleştirmek için yaşar hale gelir insan. Ve bunu farketmesi bazen bir ömür sürer...
Sorumlulukların bazıları birey tarafından kabul edilirken, bazıları başkaları tarafından o sorumluluğu almak zorundaymışsınız gibi benimsetilir.
Bazen yanında gelen bu sorumluluğun yükünden kaçmak için, tercihlerimizin-seçimlerimizin kesinliğinden, keskinliğinden vazgeçeriz.
Bu ne demek?
Yaptığımız seçimlerin "söylenişini" küntleştiririz mesela; "ben bunu istiyorum!" demeyiz de, "şöyle olsa daha iyi olur sanki" gibi daha "soft" ifadeler kullanırız.
Olumsuz eleştirileceğimiz kaygısının bizi yönlendirmesiyle, "alma olasılığımız olan" sorumluluğun yükü fazla geldiği için...
Çünkü kesin ve keskin ifadeler, seçimler, tercihler, yerini "seçmeme" davranışına götürür.
Bu "seçmeme" davranışının altında, karşımızdaki insanın beklenti, istek ve tercihleriyle "çelişme" olasılığı da rahatsız edicidir.
Hele de bu kişi, çok çok değer verilen ve asla üzülmesi istenmeyen biriyse...
Acaba kendi özgür kararımızı, seçimimizi, "ben bugün xxx yapmak istiyorum!", "hadi xxx'e gidelim!" vb.
biçimlerinde "ifade etmiyor olmak", duygusal olarak bizi daha da küntleştiriyor, ölgünleştiriyor olabilir mi?
Bazen, verdiğimiz kararlar nedeniyle işler kötü gidebilir; tercih ettiğimiz xxx'den memnun kalınmayabilir.
üstelik bu (küstahça memnuniyetsizliğin) bütün faturası da, seçimi yapan kişiye kesilebilir.
Yine de, kendin olmak adına, altına imzanı güçlü, kararlı ve net bir biçimde attığın seçim ve tercihlerle, hayat daha dolu geçmez mi?
Viktor E. Frankl, İnsanın anlam arayışı isimli kitabında şöyle der;
"ne var ki özgürlük son söz değildir.
Özgürlük sadece öykünün bir bölümü ve gerçeğin yarısıdır.
Özgürlüğün olumlu yanı sorumluluk olan olgunun tamamen negatif yanından başka bir şey değildir.
Aslına bakılacak olursa, sorumluluk terimiyle yaşanmadığı sürece, özgürlük yozlaşma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
İşte bu yüzen doğu yakasındaki özgürlük anıtı'na, batı yakasında sorumluluk anıtı'nın eklenmesini öneriyorum."
********
Dün bir arkadaşımla yaşadığı ülkedeki büyükanne ve dedelerin torunlarıyla ilgilenme konusuna nasıl baktıklarını konuştuk. "zaman geçirmek istiyorlar ama sorumluluk istemiyorlar." dedi.
Yani hani bilirsiniz, herkes gibi..
Bu yüzden teyze, dayı olmanın değişik bir tadı var.
Anlık olarak anne gibi hissedebilir ama bir sıkıntı çıktığında "annesi seni istiyor" deyip verirler çocuğuya?
Bu demek ki; "benim sorumluluğumun sınırına geldik, bundan sonrasına karışmak, güzel gönlümü yorup da keyfimi kaçırmak istemiyorum."
(haberler iyi! Kendi çocuğunuz olunca bağışıklık kazandığınız için bunu dememeye başlıyorsunuz.
Üzerinize bulaşacak fazladan bir kusmuğun, bir çocuğu sakinleştirmek için azıcık konforunuzdan vazgeçmenin lafı olmuyor.. ve daha bir sürü şeyden)
Bir kelimeyi çok tekrarladığımızda anlamını yitiriyor ya hani, bana da öyle oldu.
Tdk demiş ki: kişinin kendi davranışlarını veya kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi, sorum, mesuliyettir sorumluluk.
Kendi yetki alanına giren...
Peki kendi yetki alanımızı yeniden belirlediysek ne olacak?
Ebeveynler çocukları daha doğmadan onun sorumluluğunu üstlenmek, zararlı alışkanlıklarını bırakıp, kendilerine muhtaç bir canlının hayatta kalması için ne gerekiyorsa yapmak zorundalar; ebeveynliğin en birincil tanımı zaten bu.
Giydirmesen soğuktan, yedirmesen açlıktan ölecek bir canlı var karşımızda; ki daha sosyal, duygusal, ruhsal, psikolojik ve benzeri ihtiyaçlar konusuna gelmedik bile.
Peki ya ebeveynlerin bu sorumluluğu reddedip, kendi yetki alanlarını yeniden belirlemeleri durumunda ne olacak?
Ebeveynlerin çocuklarını bir yere bırakıp gittiklerini düşünelim.
Artık hayatlarında çocuklarına dair bir sorumlulukları kalmamış oluyor. (Kendi kendine yenilenmiş sorumluluk alanı. Mis gibi)
O saatten sonra artık çocuklarıyla ilgili herhangi bir şey düşünmek zorunda değiller, kendi hayatlarına devam edecekler....
Aradan belki 10 yıl 20 yıl geçtikten sonra çocuklarını bulmak isteyip, yeniden ebeveynlik yapmaya karar vermiş olsunlar. (çünkü ebeveynlik böyle tak çıkar bir durum olmuş olsun) aradaki 10/20 yıl boyunca hiçbir sorumlulukları yoktu öyle mi?
Yeniden ebeveynlik rolü üstlenmek isteyip istememeleri de önemsiz. Hatta; kendilerine göre yeni bir sınır çizerek sorumluluklarından kurtulmuş olabilirler mi gerçekten?
Geçen yıllar içinde o çocuğun alması gerekli olup almadığı her şey için yaşadığı eksiklikler, maruz kaldığı fazlalıklar onu dünyaya getiren insanların sorumluluğundan çıkmış oluyor mu?
Aslında konu yalnızca ebeveynlik de değil.
Mesela sadece söylediklerimizden mi sorumluyuz; ya söylemediklerimiz??
Söylemediklerimiz yüzünden yaşananlar?
Biz söylemeye karar verene, aklımız başımıza gelene kadar söyleyeceklerimizi duyacak kişinin yaşadıkları ne olacak?
Var olabilecekken yokluğu tercih etmişken, yokluğumuzun yarattığı eksiklik ya da sıkıntılardan kendimizi özgür kılabilir miyiz?
Kılamayız; sorumluyuz.
Bu yüzden doğru zamanda hissedilmeyen sorumluluğun ya da verilmek istenenlerin pek bir anlamı yok.
Bu yüzden geride bırakılanlar basit bir soruya cevap verir gibi çağrıldıklarında gelmiyorlar...
Neden mi?
Doğru zamanda yapmadıklarımızdan, bulunmamız gerekirken bulunmadıklarımızdan, "bir ara bakarız" dedikten sonraki, biz bakana kadar yaşananlardan...
Yani şunu beyninin bir köşesine yaz.
Kesin yaz.
"VARLIĞIMIZ KADAR, YOKLUĞUMUZDAN DA SORUMLUYUZ..!!"
Sevgi ve selamlarımla..