Hava Durumu

KADINA DAİR NE VARSA ANNIE ERNAUX’UN NOBEL YOLU…

Yazının Giriş Tarihi: 10.03.2023 16:26
Yazının Güncellenme Tarihi: 10.03.2023 16:26

 “… Durakta iniyorum. Yürüyen merdiven kalabalık. Ellerinde Tati mağazasının pembe torbaları bulunan esmer erkekler. Başları renk renk eşarplarla örülü kadınlar. Kısa sayılabilecek eteklerinin altından iri desenli naylon çorapları görünüyor. Son heceleri sakız gibi uzatılan Arapça cümleler. Boyunlarına siyahlı beyazlı Filistin poşuları sarmış genç erkekler, kocaman br radyoyu sonuna kadar açmış, Jamaika şarkıları dinliyor.

   Cezayirli, Tunuslu erkeklerin bakışları altında merdivene yöneliyorum. Ezberledim. Tam otuz yedi basamak çıkacağım. Yavaş çıkmaya çalışıyorum. Bu kötü bakışlı erkekler topluluğu içinde kalçalarımın fazla hareketli görünmesinden korkuyorum. Bir de… bir de ‘onun rahatsız olmasından’ korkuyorum. Bacaklarımı çok hızlı hareket ettirsem, kasıklarım ve karnım basınç yapıp, ‘onu’ rahatsız edebilir diye düşünüyorum.

   Kendimi tutamayıp gülüyorum. Biraz sonra yok olacak ve yok olmasına benim izin verdiğim, daha da acısı yok olmasını, kaybolmasını, hiç olmamasını istediğim, buna hazırlandığım, bunun için kentin en ücra bir istasyonunda metrodan indiğim ‘o’ rahatsız olmasın diye hızlı yürümekten korkuyor olmama gülüyorum. Gözyaşlarım hızla iniyor ve ben gülüyorum. Hıçkırıyorum, sessiz çığlıklar atıyorum ve ben gülüyorum. Acıdan, çaresizlikten nefesim kesiliyor, kasıkarım daha şimdiden paramparça olmuş gibi sancıyor ve ben gülüyorum.

   Otuz iki, otuz üç. Basamakları sayıyorum. Kız mıydı erkek miydi acaba? Daha şimdiden ondan ‘di’ li geçmiş zaman kipinde bahsediyor olmama şaşırıyor ve yeniden ağlıyorum. Oysa o daha burada. İçimde bir yerlerde. Belki yan dönmüş dizlerini karnına yapıştırmış, bir parmağı ağzında kocaman gözkapakları yumulu, öylece duruyor. Benim kalp atışlarımı duyuyor. Ben de ne oluyorsa hepsini duyuyor, hepsini hissediyor. Geçenlerde okumuştum, kokumu ve sesimi de tanıyor….”

   “… Hamile olduğumu öğrendiğimden beri, insanlar daha doğrusu kadınlar gözümde ikiye ayrılmıştı. Artık şu koca dünyada ‘boş karınlarıyla öteki kızlar’ ve bir de ben vardık. Soluk bir Ekim güneşi altında yürüyorum. Arap çocukla, Dominiken Rahibe Sceur Sourire’in gitar eşliğinde söylediği Dominique Nigue Nigue şarkısını dinliyor ve gülmekten kırılıyorlar. Rahibe bilmiyor ama Cezayirli gençler “Niguer” sözcüğünün çoktandır “düzmek, becermek” anlamında kullanıldığını biliyorlar ve kullanıyorlar çünkü… Beauvoisine Meydanı yakınlarında Yser bulvarındaki stajyer doktorun kapısını çalıyorum. Halı döşenmiş, camlı kütüphaneli, duvarlarına Van Gogh kopyaları asılmış gösterişli ve yapmacık salonu geçip, ardındaki küçük odaya giriyoruz. Tek bir masa, iki sandalye ve daracık bir divan. Yüzüme hiç bakmadan şekerli suyla dolu bir bardağı bana uzatıyor. İçiyorum. Çantamdan parayı çıkarıp veriyorum. Alıyor. Sonra da tüm o yıpranmış, eprimiş paraları tek tek sayıyor. Kıvrımlarını düzeltiyor. Bazılarını ışığa tutup dikkatle inceliyor.

   Paraları çekmeceye atıp, arkasındaki kapıyı açıyor. ‘Gel’ diyor bana. Sararmaya yüz tutmuş beyaz fayanslarla döşeli, buz gibi soğuk bir oda bu. Üzerine naylon bir örtü sarılmış, dar ve uzun bir yatak. Yatağın ayakuçlarında, metalden yapılmış, yüksekliği ve genişliği ayarlanabilen iki tutamak. Yatıyorum. Üzerime yeşil bir örtü seriyor. Eteğimi ve külotumu çıkarıyorum. Ayaklarımı tutamaklara koyuyorum. Onları biraz daha yükseltip, biraz daha yanlara açıyor…”

   Tuhaf. Aklıma annem değil de babam geliyor. Babam. Hayatında bir müzeye, bir konser salonuna adım atmamış, bulvar gazetelerinden başka bir şey okumamış, yemek yerken çatal bıçak yerine kırk yıllık çakısını kullanan, eski işçi, yeni küçük esnaf, bin bir fedakârlıkla okuttuğu kızının, kendisinden daha iyi bir duruma geleceğini umut eden babam. “Kitaplar, müzik senin için iyi şeyler, benim yaşamak için onlara ihtiyacım yok” diyen babam. Aramızdaki uçurum gitgide derinleşen babam….

    “… Kasapdoktor tutamakları iyice aralıyor. Şimdi bacaklarım sonsuza kadar ayrılmış durumda. Yurt odasını paylaştığım Hırvak kızın “canımın acısından lavaboya yapışmıştım” sözleri. Daha önce denediğim örgü şişleri. Sonra da her zaman olduğu gibi “Kürtaj kötü olduğu için mi yasak, yoksa yasak olduğu için mi kötü, insanlar yasalara göre yargılanır ama yasalar yargılanmaz” düşüncesi… İçimde bir şeyler kazınıyor. Bir çığlık duyuyorum. Bu çığlık benden mi çıkıyor yoksa asla göremeyeceğim ‘içimdeki ondan mı?’ Bilmiyorum. Kan kokusu. Karanlık…

    2022 Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Fransız yazar Annie Ernaux, “Kürtaj” adlı kitabında, 1963 yılında yaptırmak zorunda olduğu kürtajı sert ve yalın cümlelerle böyle anlatmakta. “Babam”, “Bir Kadın”, “Kürtaj”, “Bir Adam” ve “Yalın Tuttu” kitaplarıyla ünlenen Annie Ernaux 1 Eylül 1940’ta Lillebon’da doğdu. Babası bir fabrika işçisiydi. Emekli olduktan sonra terzi malzemeleri satan küçük bir dükkân açtı. Ernaux Liseyi bitirdikten sonra Rouen Üniversitesi’ne girdi ve babasıyla olan ilişkilerini “Babam” adlı kitabında anlattı. Sonrasında, daha az anlaştığını söylediği annesini anlatan “Bir Kadın” romanını yazdı. Bu roman eleştirilere yol açtı. Fransa’da Kürtaj yasakken olduğu kürtaj ve kürtajı anlattığı kitabı “Kürtaj” ile başarıyı yakaladı.

   Bir süre yazmaya ara veren Annie Ernaux teşhiste geç kalınmış meme kanserine yakalanmıştı. Kürtaj olduğundaki gibi yine bir süre kararsız kaldıktan sonra ameliyat oldu. “Çok iyi bir hastanede ameliyat olmama rağmen, aklımda hep o kürtaj olduğum, fayans döşeli buz gibi oda vardı” diye konuştu…  Bir Kadın romanından sonra yazdığı “Yalın Tuttu” isimli kitabı, Annie Ernaux’un ününü artırdı. Bir kadın ile bir erkek arasındaki aşkın cinsel boyutlarını anlattığı bu roman, beğenildiği kadar eleştirildi. Eleştirmenler bu kitaptaki çoğu cümlenin pornoyu yücelttiğini öne sürdüler. Ernaux, bu eleştirileri yanıtlarken, “Açık seçik değil, açık seçik olduğunu ve sadece gözü pek davrandığını” söyledi….

   Sadece yaşadıklarını yazan bir yazar Annie Ernaux.

   Cumhuriyet Gazetesi’nin 12 Ocak 2023 tarihli “Kitap” ekinde, Prof. Dr. Ayşe Eziler Kıran, Anie Ernaux’un 25 sayfalık özyaşamöyküsel metin olan yeni kitabını yorumladı. Kendisinden 30 yaş küçük bir erkekle ilişkisini bu kısa kitapta anlatan Ernaux’un bu anlatıda, “Aşk” sözcüğünü daha çok cinsel ilişki ve sevişmek için kullandığı tespiti yapmış eleştirmen… Kendisinden 30 yaş küçük sürekli argo konuşan, hiçbir şeye inanmayan, çalışmak ve sorumluluk almak istemeyen genç adamla ilişkisini toplumun gözü önünde meydan okurcasına yaşamaktan çekinmeyen, sadece cinsellikle ilgilenen, aşktan bilinçli olarak kaçan yaşlı bir kadının, yaşı geçkin bir yazarın hikâyesi bu anlatılan… Ancak, eleştirmenin de katkısıyla Ernaux’un, bu gencin yazara geçmişini anımsatması, yaşatması, kendi geçmişine, genç adamın şimdisinden ve gençliğinden bakması olarak derinleştirdiğini anlıyoruz. Yazarın geçmişini yeniden kurabilmesi, ayrıntılarını unuttuğu sandığı olayları yeniden anımsaması, aynı anıları şimdiki zamana kopyalaması üzerinde çalıştığı kitabı beslemektedir. Kitap biter, bu ilişkide de geleceği yer yoktur. Kendisinden çocuk sahibi olmak isteyen genç adam gelecekten söz ettiğinde yazar, “şimdiki zaman” ‘Yeter’ der. Aslında, derininde bir yerlerde, olgun erkek genç kadın ilişkisine hoşgörü ile karşılayan toplumun, olgun kadın genç erkek birlikteliğine ayıplayarak bakmasına da bir nevi eleştirisidir bu kitap…

   Bana sorarsanız, Annie Ernaux’un en güzel kitabı, “Seneler” isimli kitabıdır… Ancak Nobel Edebiyat ödülünü hak edecek kadar başarılı bir yazar mı o tartışılır ve yüzlerce çok daha iyi yazar varken, neden Ernaux’un seçildiğini halen düşünürüm…

   Yazmak için yaşamak, yaşamak için yazmak… Belki de budur onu, dünya da tanıtan felsefesi…

   Bizden mesela, Elif Şafak Nobel ödülü alamaz mı? Anie Ernaux’tan çok daha başarılı bir yazar olduğu kesin. En azından, kitap okumayı çok seven ben, bütün kitaplarını severek okudum. Hem Biseksüel olduğunu da açıklamadı mı?  Daha ne bekleniyor o zaman? Belki de tüm deriniyle, tüm çıplaklığıyla bu konuyu da yazması beklenmektedir, kim bilir?

   Buna karşın, ille de kadını anlatan kadın yazar deniliyorsa, Mine Söğüt’ü öneririm. Daha derin, daha ters köşe, daha bizden, daha sıradan kadınların, kadınların delilik diye nitelendirilen, zekâlarının, ters köşe öykülerini sunmuyor mu bize? (Mine Söğüt : “Deli Kadın Hikâyeleri”, “Beş Sevim Apartmanı”, “Gergedan” , “Başkalarının Tanrısı” ve özellikle de, “Kırmızı Zaman” kitaplarını tavsiye ederim…)

   Hem Nobel Edebiyat ödüllü Fransız yazar Annie Ernaux’u hem de Nobel Edebiyat ödülüne giden yolunu, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle bir nebze olsun düşünmek ve tartışmak adına bu yazıyı yazdım.

   “Bize ne canım bunlardan” diyecek olana da;

   Charles Bukowski gibi seslenmek isterim.

   “Aşk yoksa cinsellik bir hiçtir”

   Varoluş felsefesi bile edebiyatta güzel değil mi?

  

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.