Hava Durumu

"SEN BENİM GİBİ KELEPİRİ KAÇIRDIĞINLA KAL"...

Yazının Giriş Tarihi: 07.03.2023 18:35
Yazının Güncellenme Tarihi: 07.03.2023 18:35

   İnandığımızı severiz, olmazsa sevdiğimize inandırırız kendimizi. 
   Sevmek için mutlaka inanırız, sevdiğimizde bulunduğunu sandığımız bir şeylere. 
Sevgiye imanımız da aynıdır. Ya kendi sevgimize inanırız ya da karşımızdakinin sevgisine. 
   Bundandır, inancımızı kaybettiğimizde yıkıldığımız kadar yıkılmamız sevmekten vazgeçtiğimizde veya sevilmediğimizi idrak ettiğimizde. İnancımızı yitirdiğimizde duyduğumuz acı bu yüzden aşk acısı gibi yakar canımızı. Aşkın hayal kırıklıkları bir kere aşkın kendisine inanmamıza engel olduysa, çok zordur artık yeniden sevebilmek. 
   Gizli bir özlemdir ondan sonra sadece birisinin bizi sevdiğine inandırmasını beklemek. 
   Öyledir, sevgisine inanmadığınızı sevmek kabiliyetiniz de körleşir, sevginiz bir inançsızlıkla son bulmuşsa. Yüreğiniz başka konuşur bazen de diliniz başka. Bir de söylemedikleriniz vardır, en derinimizde fırtınalar koparken, durgun ve donu, taş bir heykele benzer yüzünüz. 
   Sabahattin Ali’nin unutulmaz eseri Kürk Mantolu Madonna’nın Maria’sı “Ben de inanmak noksanmış” der, ona âşık olan Raif Efendi’ye, “Sen beni inandırdın… Seni seviyorum.” 
   İlginçtir; yeniden iman edenler, inançlarını yerle bir edenin kendi aşkın ve taşkın duyguları olduğunu düşünürler de akıllarıyla sevmeyi, bilinçleriyle inanmayı isterler. Arzularından doğmaz da yeni bir aşk, akılları, güven duyguları yaratır arzularını. “Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum… Seni istiyorum… İçimde müthiş bir arzu var… Derler o zaman Maria’nın itirafı örneğinde olduğu gibi…
   Siyasette de aşkı hatırlatan, inancı hatırlatan o haller; duyulan ihtiras, bağlılık, yaşanan hayal kırıklıkları, ihanetler, dargınlıklar, düşmanlıklar, her biri kırılma noktası olabilir insan hayatının…
   Değerli ağabeyim Osman Nuri Aslan, “Edremit’in Sabahattin Ali’si” isimli kitabı, geçtiğimiz yaz Gemlik’te bir çay bahçesi sohbeti sırasında hediye etmişti. Ne tesadüf ki, uzaklarda bir yerlerde de Sezen Aksu’nun harika yorumladığı “Çocuklar Gibi” isimli Sabahattin Ali şiiri dizelerinin nağmeleri geliyordu kulağıma. Üstüne bir de Edip Akbayram’dan dinlemeyi çok sevdiğim, “Aldırma Gönül” de çalsa ne güzel olurdu diye düşündüm. 
   “Kürk Mantolu Madonna”, “Kuyucaklı Yusuf” ve “İçimizdeki Şeytan” isimli kitaplarını maalesef geç keşfetmiş, 30’lu yaşlarda peş peşe okumuş biri olarak, Osman Nuri Aslan ağabeyimin hediyesini büyük bir mutlulukla kabul ettim. Sadece “Aldırma Gönül” değildi Sabahattin Ali’nin kaleminden çıkanlar, “Leylim Ley”, “Geçmiyor Günler”, “Göklerde Kartal Gibiydim”, “Ben Sana Vurgunum”, “Dağlar” ve “Melankoli” gibi bizim severek dinlediğimiz şarkıların tamamı onun şiiriydi…
   Kitabı incelerken, Sabahattin Ali, hayatı, aşkları, kitapları, şiirleri, siyasi görüşü, mücadelesi ve şarkıya dökülen tüm o muhteşem kelimelerini konuşur bulduk kendimizi. 
Eğer “Bedel ödemekten” bahsedilecekse o büyük bedeller ödemiş, defalarca tutuklanmış ama başı hiç öne eğilmemiş, Nazım Hikmet’le, Aziz Nesin’le, Rıfat Ilgaz’la yol arkadaşlığı yapmış ve daha yaşarken efsane olmuş bir yazar, şair ve düşünürdü.
   “Gemlik’te de birçok yazar var, Gemlik’te de, ‘Edremit’in Sabahattin Ali’si’ gibi bir kitap çıkarılamaz mı, diye sordu Osman Nuri Aslan ağabeyim…
   Büyük aşklarından Nahit Hanımla öğretmen olmak için açılan kursta tanışır Sabahattin Ali. Ona ilgisini herkes bilir ama Nahit Hanım oralı bile değildir. Yozgat’ın bir köyünde eskittiği gecelerde eline bir kalem kâğıt alıp, ona olan aşkını bir oya gibi işlerken, bir gün karşılık göreceğini, Nahit Hanımın onu mutlaka seveceğini düşünüyordu. Cevap alamadığı mektupların sayısına paralel olarak dergilerde yayınlanan şiirlerindeki hasretin dozunu da artırıyordu… 
Nahit Hanım ile olmadı… Bir öğrencisine beslediği platonik aşktan ilhamla, yazılar, öyküler, şiirler yazdı. “Kuyucaklı Yusuf” romanı aynı zamanda tarihçi Cemal Kutay’ın gazetesinde tefrika ediliyordu. Telif hakları ödenmeyince, romanın geri kalan nüshalarını gazeteye göndermedi. Cemal Kutay, Sabahattin Ali’nin bir toplantıda Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğunu öne sürerek, onu jurnalledi. 
Cumhurbaşkanına ima yoluyla hakaret suçundan bir yıl iki ay ceza yedi. Sinop Cezaevinde “Aldırma Gönül’ü” yazdı. “Görmesen bile denizi, yukarı çevir gözü/ Deniz gibidir gökyüzü, Aldırma gönül, aldırma…
   Yazıları, şiirleri durmadı, cezaevi sonrası öğretmenliğe de yeniden başladı. Nahit Hanım evlenmişti, öğrenci platonik aşktı. Yozgat’ta bir kıza gönlünü kaptırdı, ailesi fişlenmiş damada kızı vermek istemedi, kız da zaten gönüllü değildi. Aşk hayatındaki hayal kırıklıklarını unutmak ve kurtulmak umuduyla, arkadaşlarından birisi olan Ayşe Hanıma evlenme teklif etti. Ayşe’de Sabahattin Ali’yi, nüktedan bir şekilde, azarlıyormuş gibi yaparak, kalbini kırmadan reddetti. 
   Nihayet amcasının evinde tanıştığı Aliye Hanımı ailesinden isteyip, olumlu cevap alınca, arkadaşı Ayşe Hanıma bir mektup yazdı keyifle:
   “Evleniyorum, hatta nişanlandım bile. Sen benim gibi kelepiri kaçırdığınla kal!”
   Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz gibi genç yazarlarla; Sosyalist Parti’nin yayın organı olan “Gerçek Gazetesinde” yazdı, başta Marko Paşa olmak üzere pek çok gazete çıkardı. Mizahı siyasetle birleştiren bu gazete halktan da büyük ilgi gördü. Aziz Nesin’in yazdığı “Topunuzun Köküne Kibrit Suyu” başlıklı yazısı nedeniyle gazetenin o günkü sayısı toplatıldı ve Sabahattin Ali imtiyaz sahibi olarak yine tutuklandı. Yazının sorumluluğunu üstüne aldı ve kimseyi ele vermedi. On yedi gün daha hapis yattı. Aziz Nesin ile kaldıkları yerden devam ettiler. Tazminat ve hapis davaları açıldı. Üç ay daha cezaevinde yattı. 
Gazete ve davaların görüldüğü mahkeme salonları basıldı. Bu sırada yazdığı “Sırça Köşk” isimli kitabı da toplatıldı. Çıkarmak istediği başka gazeteler engellendi. Ülkücü sağcı camianın önemli ismi Nihal Atsız ile kapıştı. Atsız, Ali tarafından mahkemeye verildi, haksız bulunup 4 ay cezaevinde yattı. Nihal Atsız’ın bir arkadaşı tarafından dövüldü. 
Yeni Dünya Gazetesi, Markopaşa, Markopaşa kapatılınca, Malum Paşa, Ali Baba gibi başka gazete ve dergiler çıkardı. Mehmet Ali Aybar’ın çıkardığı, “Zincirli Hürriyet’teki”  yazısından dolayı yine kovuşturmaya uğradı. Türkiye’nin 1940’lardaki Cadı Kazanı fena kaynıyordu, beladan uzak duramıyordu. Sol, Sosyalist düşüncede olmak, şiirler, kitaplar yazmak, ortaçağda vebalıların evine konulan çarpı işareti gibiydi. Ve o damgalanmıştı bir kere, çok kere, defalarca… (Bu arada rahmetli Uğur Mumcu’nun 40’ların Cadı Kazanı isimli kitabını da okumanızı tavsiye ederim… )
   Adalet Cimcoz’un yardımlarıyla bir kamyon satın alarak nakliyeciliğe başladı. Fransa’ya gitmek istemişti ama kendisine pasaport verilmemişti. 30 Mart’ta “Edirne’ye Peynir” götüreceğim diyerek arkadaşlarıyla vedalaştı. Hapishanedeyken tanıdığı Berber Hasan Tural’ın bulduğu Ali Ertekin aracılığıyla yurt dışına kaçma girişiminde bulundu. Cesedi ise 16 Haziran tarihinde Kırklareli’nin Sazara köyü yakınlarında bulundu. Kafasına odunla vurula vurula parçalanarak öldürülmüştü. Ali Ertekin, cinayeti milli duygularla işlediğini itiraf etmesi sonucunda cesedi teşhis edilebildi. Sonradan bu cinayet hakkında pek çok teori ortaya atıldı. Kimine göre Sabahattin Ali’yi öldüren Ali Ertekin bir MİT görevlisiydi, kimi de onun Emniyette işkence edilerek öldürüldüğünü öne sürdü. Hatta Bulgaristan’a adam kaçıran şebekeyi yakalamak için Emniyet tarafından yem olarak kullanıldığı bile söylendi. Ali Ertekin, tutuklandıktan iki yıl sonra gelen genel bir af sonunda özgürlüğüne kavuştu. O sırada, Sabahattin Ali’nin mezarı neredeydi bilinmiyordu.
   Halen de bilinmiyor.
   Edremit Belediyesi, Edremitliler ve Kırklareli Sazara Köylüleri sayesinde, çeşitli edebiyat ve kültürel etkinliklerle Sabahattin Ali’nin adı, 2023’lerde de yaşatılıyor. 25 Şubat 1907 doğumlu Sabahattin Ali’nin 31 Mart 1949 tarihinde katledildiğini biliyoruz. Doğum ve ölüm yıldönümlerinin ortasında bir yerlerde, “Yazarı Öldürmek” başlıklı bu yazımı, Sabahattin Ali gibi bir yazarın ve mücadele insanının asla ölmeyeceğine olan inancım nedeniyle, Ayşe Hanım’a yazdığı dizelerden bir demet ile anmak istedim…
   Osman Nuri Aslan ağabeyimin sorusunun yanıtına gelince, Bazı kentler, içinde yaşayan kitleleriyle birlikte, bedel ödeyenleri değil bedel ödetmeyi sever. Ve bu, o kentin suçu değildir. Örneğin, Sabahattin Ali’nin ailesi yaşamak için Edremit değil de, Gemlik’i seçseydi mesela; o muhteşem yazarın makûs kaderi ve sonu belki değişmezdi, bu kesin ama asla, yazar, şair, düşünür, büyük aşkların adamı ve Sabahattin Ali olamazdı. 
Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü. Emekçi, mücadeleci, şehit edilmiş kadınların günü… Böylesi bir yazıda sevgili eşim Güler’i de anmadan olmaz: 
  “ Sen beni inandırdın, seni seviyorum.”
   En azından anladın ve tuttun. Kaçırmadın benim gibi kelepiri!...

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.