Malum, bu pazartesi yeni bir hafta başı ve de bu kez Dünya Tiyatro Günü. Bu nedenle sizinle yazılı bir sohbet yapacaktım. Son anda aklım bir yere takıldı. Yaşamında bir kez bile tiyatro salonuna girmemiş olanlar için ne diyeceğiz bu gün için? Ama yine de bir kolayı var gibi. Başka ülke insanları hakkında bir fikrim yok ama, ülkemiz bu konuda çok verimli ve zengin.Yediden yetmişe, eğitimlisinden, ümmisine kadar herkes bu sanatı çok iyi icra eder !
Tiyatronun tanımında zaten bu var. İnsanı, insanla anlatabilme sanatıdır bildiğim kadarıyla tiyatro…Ülkem derken, bu güne dair bilgi vermeyi de unuttum. Birleşmiş Milletlerin önemli bir organı olan UNESCO 27 Mart’ı Dünya Tiyatro Günü olarak ilan ederek, bu evrende birlik ve kardeşlik vurgusunu yaymayı amaçlamış. Geçmişi de çok eski değil, 1961 yılında kabul edilmiş. Her yıl 27 Mart günü, bazı tiyatrolar ücretsiz olur ve bir bildiri okunur. Yani amaç, insanlık için barış dileme falan…Ama yazımın girişinde de söyledim, insanı, insanı anlatma sanatının zirve yaptığı ülkelerden birinde yaşıyoruz. Ne büyük mutluluk değil mi !
Örnek mi gerekiyor. Ondan çok ne var ? Kucağında eski püskü giysileri olan bir çocuk ile yanınıza yaklaşan ve sizden para isteyen, yani dilenen ve bunu iş olarak yapan ağlamaklı bir kadın veya erkek fark etmez, ilk örnek olsun.
İş yerinde bir anda acı ile kıvranan ve bunu ustasına göstermek iste yen, aslında o gün işten kırmayı planlayan çırak…
Öğretmeni karşısında iki büklüm ağlamaklı ve “dün gece bizim evde elektrik yoktu hocam çalışamadım” diyerek, sözlü sınavdan kaçmaya çalışan öğrenci, müşterisi ile nazikçe konuşan ve de son fiyatı verdikten sonra “vallahi aşağısı kurtarmaz” diyen tezgâhtar…
Onları bir kalemde silmeyin sakın; Şekspir’in en kral eserini bir çırpıda oynarlar alimallah… Buraya kadar sabreden ve bu makaleyi okumaya çalışanların sesi kulağımda çınlıyor, bir kez daha çınlıyor ve mecburen kulak kabartıyorum.
“ İyi de, saydın döktün ama siyasetçileri unuttun, bu nasıl iş.”
Mesaj alındı hemen hareket geçiyorum. Aklımdan hiç çıkar mı onlar ?
Ama zamanını bekledim, tiyatronun hasını oynayanların hakkını vermeyelim mi? Haksızlık olur ! Malum tiyatro gibi orijinal bir sanat dalının en zirvesi “tek kişilik oyun” tarzında sahnelenir. Aslında tek kişilik oyun bir beceri ve birikim işidir. Bu nedenle ülkemizde gelmişi geçmişi bir tarasak, bu sanatı hakkıyla icra eden çok isim sayamayız. Geçmişte ramazan ayında sergilenen direkler arası döneminden İsmail Dümbüllü ve sonraki yılların kralı da Genco Erkal… Başkasını tanımam. Benim dağarcığım bu kadar, kusuruma bakmayın !
Ama, hepimizi birden aynı sahnede toplayan, bazen çok kalabalık, bazen tek kişilik tiyatro oyununu 20 yıldan beri seyretmiyor muyuz?
Hem de para vermeden bedava !
Küçük bir hediyemiz olur bunun karşılığında. 4-5 yılda bir pazar sabahı kalkar ve en yakın okula giderek, sandığa bir oy atarız o kadar!
Zahmetsiz, parasız ve anlaşılması kolay, yerli ve milli bir piyes.
Neyse, bir 27 Mart için bu kadar çene yormak da yeter, neme lazım…
Emeklinin kök maaşı, EYT’linin işlem azabı !
Duyumlar hiç de hoş değil… Elinizdeki maaşın satın alma değeri bu denli düşmüş ve gıdaya bile bin bir zahmetle ulaşırken, emekli maaşlarına yapılan zam, kış ortasında sıcak havada limonata içmek gibi geldi ilk anda… 5 bin beş yüz lira olan en düşük emekli maaşının 7 bin 5 yüz lira olacağını en yetkili ağızdan ve TV ekranında duyduk. Sonra da uzmanlar devreye girdi ve “ İki bin liralık bu zam, Hazine’den karşılanacak, yani kök maaşınız yine 5 bin 5 yüz lira” anlamına gelen açıklama yaptı. Bu da şu anlama geliyor, her yılın ortasında verilen ve enflasyona göre hesaplanan zam var ya, işte o miktar eski maaşınızın üzerine eklenecek. Çıkan rakam yine de 7 bin 5 yüz etmiyorsa ona tamamlanacak. Eeeee, bu durumda bu gün 7 bin 500 ve üzeri maaş alan emekliler ne yapacak ? Avucunu mu yalayacak ? İşte o da belli değil ! Bu itirazımın sebebi şu; 1999 öncesi emekli olan biri olarak yaşadığımı ve anladığımı söyleyeyim. Emeklilik başvurusu yaptığınızda, ilgili kurum sizin çalışma gün sayınızı, maaşınıza göre ödediğiniz aylık primi ve de son olarak brüt maaşınızı öğrenir. Ardından bağlanacak aylık emekli maaşınızı kesin olarak saptar. Yani, prim gün sayınız daha fazla ve maaşınız yüksekse ödediğiniz primin miktarına göre hesaplama yapılırdı. Bu durumda herkese ortalama bir emekli maaşı değil de, kendi pozisyonuna göre maaş bağlanırdı. Yani emekli maaşının yaratıcısı emekçiydi. Devlet’in bir lütfu değil,yıllarca ödediği primin karşılığı idi. Üstelik bu hesaplamalar yasaya dayanırdı..Ve de hukukun temel prensibi olarak, elde edilen bir hak geriye yürümezdi. Buna da MÜKTESEP HAK denirdi. Şimdi ne oldu, neredeyse herkes aynı emekli maaşını alıyor. Bunun sorumlusu yönetim de, en temel bir hakkı ve yasayı çiğnemiş oluyor.
Bir tiyatro bundan iyi sahneye konabilir mi ? Olabilir diyorsanız, buyurun oyunu birlikte seyretmeye devam edelim derim. Zaten birey veya toplum olarak, bunu değiştirmeye canım ülkemde olanak yok!
Yine de umudunuzu yitirmeden ve yanılıp da itiraz etmeye kalkmayın, sizin yüzünüzden Fransa’dan kötü duruma düşeriz alimallah !
EYT diyordum, iş hukuk dersine döndü... Aslında bir süreden beri bir kısaltma yapmaya çalışıyor ama başaramıyorum. Mesela EEEEEE….YETTTTer BEEEE…desem harfler oturmuyor galiba. Ee YeTti bee…Yine olmadı.
Onların derdi dağlardan büyük. Hakları teslim edildi edilmesine ama, aylık bağlama işlemleri uzayıp gidiyormuş. Gün içinde zaman yetmiyormuş. SGK memurları çalışmaktan bitkin düşmüşler. Sonunda patlamışlar ve “iş bırakma eylemi” yapmayı karalaştırmışlar. Eğer bu doğruysa ve kararlarından dönmedilerse, yandı gülüm keten helva..!
Yanan sadece, kredi alarak borçlanan ve eline maaş geçmeyen EYT mağduru değil, bu işlemler seçime yetişmediğinde kimler, ya da kim mağdur olur bir düşünün! İşte o zaman onunla/ onlarla birlikte bizde yandık demektir !
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İSMAİL KEMANKAŞ
BİZİM HER GÜNÜMÜZ TİYATRO !
Malum, bu pazartesi yeni bir hafta başı ve de bu kez Dünya Tiyatro Günü. Bu nedenle sizinle yazılı bir sohbet yapacaktım. Son anda aklım bir yere takıldı. Yaşamında bir kez bile tiyatro salonuna girmemiş olanlar için ne diyeceğiz bu gün için? Ama yine de bir kolayı var gibi. Başka ülke insanları hakkında bir fikrim yok ama, ülkemiz bu konuda çok verimli ve zengin.Yediden yetmişe, eğitimlisinden, ümmisine kadar herkes bu sanatı çok iyi icra eder !
Tiyatronun tanımında zaten bu var. İnsanı, insanla anlatabilme sanatıdır bildiğim kadarıyla tiyatro…Ülkem derken, bu güne dair bilgi vermeyi de unuttum. Birleşmiş Milletlerin önemli bir organı olan UNESCO 27 Mart’ı Dünya Tiyatro Günü olarak ilan ederek, bu evrende birlik ve kardeşlik vurgusunu yaymayı amaçlamış. Geçmişi de çok eski değil, 1961 yılında kabul edilmiş. Her yıl 27 Mart günü, bazı tiyatrolar ücretsiz olur ve bir bildiri okunur. Yani amaç, insanlık için barış dileme falan…Ama yazımın girişinde de söyledim, insanı, insanı anlatma sanatının zirve yaptığı ülkelerden birinde yaşıyoruz. Ne büyük mutluluk değil mi !
Örnek mi gerekiyor. Ondan çok ne var ? Kucağında eski püskü giysileri olan bir çocuk ile yanınıza yaklaşan ve sizden para isteyen, yani dilenen ve bunu iş olarak yapan ağlamaklı bir kadın veya erkek fark etmez, ilk örnek olsun.
İş yerinde bir anda acı ile kıvranan ve bunu ustasına göstermek iste yen, aslında o gün işten kırmayı planlayan çırak…
Öğretmeni karşısında iki büklüm ağlamaklı ve “dün gece bizim evde elektrik yoktu hocam çalışamadım” diyerek, sözlü sınavdan kaçmaya çalışan öğrenci, müşterisi ile nazikçe konuşan ve de son fiyatı verdikten sonra “vallahi aşağısı kurtarmaz” diyen tezgâhtar…
Onları bir kalemde silmeyin sakın; Şekspir’in en kral eserini bir çırpıda oynarlar alimallah… Buraya kadar sabreden ve bu makaleyi okumaya çalışanların sesi kulağımda çınlıyor, bir kez daha çınlıyor ve mecburen kulak kabartıyorum.
“ İyi de, saydın döktün ama siyasetçileri unuttun, bu nasıl iş.”
Mesaj alındı hemen hareket geçiyorum. Aklımdan hiç çıkar mı onlar ?
Ama zamanını bekledim, tiyatronun hasını oynayanların hakkını vermeyelim mi? Haksızlık olur ! Malum tiyatro gibi orijinal bir sanat dalının en zirvesi “tek kişilik oyun” tarzında sahnelenir. Aslında tek kişilik oyun bir beceri ve birikim işidir. Bu nedenle ülkemizde gelmişi geçmişi bir tarasak, bu sanatı hakkıyla icra eden çok isim sayamayız. Geçmişte ramazan ayında sergilenen direkler arası döneminden İsmail Dümbüllü ve sonraki yılların kralı da Genco Erkal… Başkasını tanımam. Benim dağarcığım bu kadar, kusuruma bakmayın !
Ama, hepimizi birden aynı sahnede toplayan, bazen çok kalabalık, bazen tek kişilik tiyatro oyununu 20 yıldan beri seyretmiyor muyuz?
Hem de para vermeden bedava !
Küçük bir hediyemiz olur bunun karşılığında. 4-5 yılda bir pazar sabahı kalkar ve en yakın okula giderek, sandığa bir oy atarız o kadar!
Zahmetsiz, parasız ve anlaşılması kolay, yerli ve milli bir piyes.
Neyse, bir 27 Mart için bu kadar çene yormak da yeter, neme lazım…
Emeklinin kök maaşı, EYT’linin işlem azabı !
Duyumlar hiç de hoş değil… Elinizdeki maaşın satın alma değeri bu denli düşmüş ve gıdaya bile bin bir zahmetle ulaşırken, emekli maaşlarına yapılan zam, kış ortasında sıcak havada limonata içmek gibi geldi ilk anda… 5 bin beş yüz lira olan en düşük emekli maaşının 7 bin 5 yüz lira olacağını en yetkili ağızdan ve TV ekranında duyduk. Sonra da uzmanlar devreye girdi ve “ İki bin liralık bu zam, Hazine’den karşılanacak, yani kök maaşınız yine 5 bin 5 yüz lira” anlamına gelen açıklama yaptı. Bu da şu anlama geliyor, her yılın ortasında verilen ve enflasyona göre hesaplanan zam var ya, işte o miktar eski maaşınızın üzerine eklenecek. Çıkan rakam yine de 7 bin 5 yüz etmiyorsa ona tamamlanacak. Eeeee, bu durumda bu gün 7 bin 500 ve üzeri maaş alan emekliler ne yapacak ? Avucunu mu yalayacak ? İşte o da belli değil ! Bu itirazımın sebebi şu; 1999 öncesi emekli olan biri olarak yaşadığımı ve anladığımı söyleyeyim. Emeklilik başvurusu yaptığınızda, ilgili kurum sizin çalışma gün sayınızı, maaşınıza göre ödediğiniz aylık primi ve de son olarak brüt maaşınızı öğrenir. Ardından bağlanacak aylık emekli maaşınızı kesin olarak saptar. Yani, prim gün sayınız daha fazla ve maaşınız yüksekse ödediğiniz primin miktarına göre hesaplama yapılırdı. Bu durumda herkese ortalama bir emekli maaşı değil de, kendi pozisyonuna göre maaş bağlanırdı. Yani emekli maaşının yaratıcısı emekçiydi. Devlet’in bir lütfu değil,yıllarca ödediği primin karşılığı idi. Üstelik bu hesaplamalar yasaya dayanırdı..Ve de hukukun temel prensibi olarak, elde edilen bir hak geriye yürümezdi. Buna da MÜKTESEP HAK denirdi. Şimdi ne oldu, neredeyse herkes aynı emekli maaşını alıyor. Bunun sorumlusu yönetim de, en temel bir hakkı ve yasayı çiğnemiş oluyor.
Bir tiyatro bundan iyi sahneye konabilir mi ? Olabilir diyorsanız, buyurun oyunu birlikte seyretmeye devam edelim derim. Zaten birey veya toplum olarak, bunu değiştirmeye canım ülkemde olanak yok!
Yine de umudunuzu yitirmeden ve yanılıp da itiraz etmeye kalkmayın, sizin yüzünüzden Fransa’dan kötü duruma düşeriz alimallah !
EYT diyordum, iş hukuk dersine döndü... Aslında bir süreden beri bir kısaltma yapmaya çalışıyor ama başaramıyorum. Mesela EEEEEE….YETTTTer BEEEE…desem harfler oturmuyor galiba. Ee YeTti bee…Yine olmadı.
Onların derdi dağlardan büyük. Hakları teslim edildi edilmesine ama, aylık bağlama işlemleri uzayıp gidiyormuş. Gün içinde zaman yetmiyormuş. SGK memurları çalışmaktan bitkin düşmüşler. Sonunda patlamışlar ve “iş bırakma eylemi” yapmayı karalaştırmışlar. Eğer bu doğruysa ve kararlarından dönmedilerse, yandı gülüm keten helva..!
Yanan sadece, kredi alarak borçlanan ve eline maaş geçmeyen EYT mağduru değil, bu işlemler seçime yetişmediğinde kimler, ya da kim mağdur olur bir düşünün! İşte o zaman onunla/ onlarla birlikte bizde yandık demektir !