Makale yazarken bu tür başlıklardan kaçınırım. Türkçe dışında bize ithal yolu ile gelen kelimelere karşı bir yakınlığım olmadığı için… Bu tür kelimeleri kullananların bir bölümü, karşısındakini etkileme yolundadır. Küçük bir bölümü de iyi bir eğitim veya yurt dışı deneyimi sonrası bulunduğu konumu anlatabilmek için kullanır. Ya da hiç biri değil, belki de bana öyle görünüyor.
Neyse sözü fazla uzatmadan kendi konumuza dönelim.
Bir yerli filmde, evlenmek isteyen ama yeterli birikimi olmayan gence, bir yakın arkadaşı güya yardımcı olmak için, birkaç cümle ile kendi deneyimini aktarır.
Bunun için, sıkça “Bak Tolstoy ne demiş…” diye başlayan cümleler kurar. Fakir ama gururlu genç de (Eski Türk filmlerinin klasik cümlesidir)
“Tolstoy gelsin de benim halime bir çare bulsun bakalım” diye bir yanıt verir. Ama, yoksul ama gururlu genç bana göre fena halde yanılıyor.
Çünkü Tolstoy öyle bir laf etmiş ki, yüz yıl daha geçse geçerliğini koruyacak cinsten. Hem de bu günlerde moda olan bir cümle…
“Acı duyabiliyorsan canlısın,başkasının acısını duyabiliyorsan insansın.'' sözü ya da cümlesi Tolstoy'a aitmiş. Anlamı “empati” ile açıklanabilir gibi.
Ama şu da bir gerçek, bizim dışımızdaki diğer canlılar yani hayvanlar da, örneğin bir saldırıya uğradığında acı duyabiliyor ve saldırganlaşıyor. Aslına bakarsanız, artık “hayvan” kelimesini bile dikkatli kullanmak istiyorum. Bazen insan olarak yaratılanların bir bölümünden bile daha duyarlı olabiliyor hayvanlar. Depremde her iki türden örnekleri en azından duyduk !
Şimdi başa dönelim ve başkasının acısını duymaktan başlayalım.
Gerçekten duyabilir miyiz ?
Örneğin deprem bölgesinde, çocuğu henüz toprak altından çıkarılamayan bir annenin acısını duyabilir miyiz ? Aynını duymak mümkün değil herhalde.
Bir başka uç örnek… Hatay’ın Erzin ilçesinde, gece uykusunda deprem oluyor korkusu ile uyanan bir kadın, ikinci katın balkonundan atlayarak hayatını kaybetmiş. Bu olayı yaşayan ve gözü önünde kızı ölen bu annenin acısını nasıl anlayacağız, ya da içimizde duyacağız ?
Ama onlardan biri ile karşılaştığımızda, en azından konuşmamıza özen gösterir, teselli etmeye çalışırız. Bu galiba çok uç bir örnek oldu. Çok daha basit olanını yapabilir miyiz, o bile meçhul. Örnek vereyim. Tuvalet ihtiyacı için evinizdesiniz ve lavaboyu kullanıyorsunuz..Ve bir kaç dakika önce TV haberinde duyduğunuz, “Bir çadır kentte 81 kişiye bir duş ve tuvalet düşüyor” haberi kafanıza takılıyor. Bunu düşünürken aynı anda deprem bölgesindeki bir kadın veya çocuğun, yüzlerce metre uzakta, gelişigüzel kazılmış bir çukurda doğal ihtiyacını gidermesi aklınıza takılıyor.Onların çektiği bu zahmetin acısını biz de duyabilir miyiz ? Duyuyorsak mükemmel bir insanız demektir !
Ya da, akşam yemeği yendi, TV başında merakla izlediğimiz dizinin saatini bekliyoruz. Aynı anda, evi yıkılmış, eşyası çöp olmuş, güçlükle aydınlatılmış bir çadır içinde yaşayan bir yaşıtımızın, uyuyabilmek için çektiği güçlüğü anlayabilir miyiz?
Bir an için bile düşünebilsek yeter aslında… Neden, çünkü bu kısa süreli düşünce bizi, zordakilere yardıma zorlar. Bu nedenle canlı-insan arasındaki farkı ortaya koyan Tolstoy’un bu özdeyişini önemli buluyorum. Belki de bu tür kanaat önderlerimiz bizim toplumumuzda da vardı acaba biz mi fark edemedik !
Bu arada bir kaç yüz yıl önce yaşayan Mevlana gibi tasavvuf ehli büyüklerimizi ve de onların bu yöndeki özdeyişlerini de unutmayalım.
Neyse, insan olmak için başkasının acısını duymak gerek cümlesinin karşılığında çıkan kelime “empati” olmuştu. Onun da sözlük anlamı çok önemli. Karşılığı “eşduyum ya da duygudaşlık” olarak açıklanmış. Bu anlamda moda bir kelime daha var o da “diğergamlık” gibi garip bir çeviri…Bizim anladığımız gibi başkalarını düşünme gibi bir şey. Lafı eğip, bükmeye de gerek yok.
Şimdi sadede geleceğim. Bu kadar laf kalabalığını neden yaptım biliyor musunuz, hemen cevaplıyorum. Birincisi; tüm TV kanallarının destek vererek ortak yayın yaptığı “depremzedelere yardım kampanyası” ve sonrasına dair. Çoğunuz izlediniz, biliyorum. O gece dakikalarca tanıtım ve reklam yapan, kamu bankaları, holding sahipleri ve sanayicilerden bir bölümü bu saydığımız başkasının acısını duymak ve de duygudaşlık gibi hasletlerden uzak kalmış !
Çünkü vaat edilen paranın neredeyse üçte biri henüz bankaya yatmamış. Cumhurbaşkanı Yardımcısı açıkladı… Ama kimler, hangi kurumlar yatırmamış onların isimleri açıklanmadı henüz. Belki de rencide olmasınlar diye!
Hani empati, nerede diğer gamlık, başkasının acısını duymak hasleti nereye saklandı ? Bitmedi, asıl şimdi hepimizi sınava sokacak bir gerçekten söz edeceğim. Deprem bölgesinde, enkaz altında kalıp kurtulanlardan 20 bin kadar İNSAN, engelli olarak yeni hayatına devam edecekmiş. Nasıl olacaksa ? Soruyu sordum ama yanıtını da bir bilim insanı veriyor zaten. Fizik tedavi ve rehabilitasyon doktoru Köksal Holoğlu deprem bölgesinin acil olarak ortez-protez merkezlerine ihtiyacı olduğunu vurguluyor. Çok sayıda yaralının ampute edildiğini, bunların içinde uzuvlarını yitirmiş yüzlerce bebek ve çocuk da olduğunu oradaki hekimlerin verdiği bilgi ile açıklıyor.
Bu ihtiyacın gereğini de şöyle açıklıyor:
“Protezin entegrasyon süreci rehabilitasyon ile birlikte iki üç hafta sürüyor. O kişiler yeni protez ile yaşamaya alışıyor ama ömür boyu rehabilitasyon gerekiyor. Bazen protez uymuyor, yaralar oluşuyor. Hastanın rehabilitasyon merkezine gitmesi gerekiyor.” Doktor Holoğlu, bu konuda Bakanlık ile temasa geçtiklerini, deprem bölgesinde rehabilitasyon merkezi oluşturmak için özel sektör ile işbirliği yapmalarını önerdiklerini belirtiyor. Ayrıca deprem bölgesinde ücretsiz biçimde bu tür hastalara bakılması gerektiğini söylerken, sanki bunun karşılığında ve deprem yaraları sarıldıktan sonra o bölgelerde özel sektör temsilcilerine ruhsat verilmesini istediklerini söylüyor. Yani başlangıçta ücretsiz tedavi, sonra da normale dönüldüğünde özel klinik anlamına geliyor bu öneri. Ama Sağlık Bakanlığı yanıt bile vermemiş, nedeni de bürokrasinin ağır işlemesiymiş! Dr.Holoğlu bu konuda acele edilmesini ve bir seferberlik ile bu 20 bin insanın az da olsa normal yaşama döndürülmesi gerektiğini söylüyor. Dedikleri olur mu ? Türkiye’de yaşıyorsanız bunun hemen olacağına ihtimal veremezsiniz. Öyle de görünüyor. Şimdi gelelim asıl meseleye, yani EMPATİ meselesine. Hadi, tuvalet ihtiyacını hatırlattık, evde sıcak ortamda TV izlemeyi de geçtik, şimdi bir başka noktaya geldik durduk. Cümle zaten şöyle başlar “Allah korusun bizim bir uzvumuz olmasa ne yaparız?” İşte empati, işte diğer gamlık. Süslemeye de gerek yok, biz onların yerinde olsak ne yaparız?
Cevap var mı? Hem ilgili ve yetkililer ve bizler normal hayatını sürdürenlerin ortak sessizliği bir anda karanlıkta kayboluyor !
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İSMAİL KEMANKAŞ
EMPATİ VE DİĞERGAMLIK
Makale yazarken bu tür başlıklardan kaçınırım. Türkçe dışında bize ithal yolu ile gelen kelimelere karşı bir yakınlığım olmadığı için… Bu tür kelimeleri kullananların bir bölümü, karşısındakini etkileme yolundadır. Küçük bir bölümü de iyi bir eğitim veya yurt dışı deneyimi sonrası bulunduğu konumu anlatabilmek için kullanır. Ya da hiç biri değil, belki de bana öyle görünüyor.
Neyse sözü fazla uzatmadan kendi konumuza dönelim.
Bir yerli filmde, evlenmek isteyen ama yeterli birikimi olmayan gence, bir yakın arkadaşı güya yardımcı olmak için, birkaç cümle ile kendi deneyimini aktarır.
Bunun için, sıkça “Bak Tolstoy ne demiş…” diye başlayan cümleler kurar. Fakir ama gururlu genç de (Eski Türk filmlerinin klasik cümlesidir)
“Tolstoy gelsin de benim halime bir çare bulsun bakalım” diye bir yanıt verir. Ama, yoksul ama gururlu genç bana göre fena halde yanılıyor.
Çünkü Tolstoy öyle bir laf etmiş ki, yüz yıl daha geçse geçerliğini koruyacak cinsten. Hem de bu günlerde moda olan bir cümle…
“Acı duyabiliyorsan canlısın,başkasının acısını duyabiliyorsan insansın.'' sözü ya da cümlesi Tolstoy'a aitmiş. Anlamı “empati” ile açıklanabilir gibi.
Ama şu da bir gerçek, bizim dışımızdaki diğer canlılar yani hayvanlar da, örneğin bir saldırıya uğradığında acı duyabiliyor ve saldırganlaşıyor. Aslına bakarsanız, artık “hayvan” kelimesini bile dikkatli kullanmak istiyorum. Bazen insan olarak yaratılanların bir bölümünden bile daha duyarlı olabiliyor hayvanlar. Depremde her iki türden örnekleri en azından duyduk !
Şimdi başa dönelim ve başkasının acısını duymaktan başlayalım.
Gerçekten duyabilir miyiz ?
Örneğin deprem bölgesinde, çocuğu henüz toprak altından çıkarılamayan bir annenin acısını duyabilir miyiz ? Aynını duymak mümkün değil herhalde.
Bir başka uç örnek… Hatay’ın Erzin ilçesinde, gece uykusunda deprem oluyor korkusu ile uyanan bir kadın, ikinci katın balkonundan atlayarak hayatını kaybetmiş. Bu olayı yaşayan ve gözü önünde kızı ölen bu annenin acısını nasıl anlayacağız, ya da içimizde duyacağız ?
Ama onlardan biri ile karşılaştığımızda, en azından konuşmamıza özen gösterir, teselli etmeye çalışırız. Bu galiba çok uç bir örnek oldu. Çok daha basit olanını yapabilir miyiz, o bile meçhul. Örnek vereyim. Tuvalet ihtiyacı için evinizdesiniz ve lavaboyu kullanıyorsunuz..Ve bir kaç dakika önce TV haberinde duyduğunuz, “Bir çadır kentte 81 kişiye bir duş ve tuvalet düşüyor” haberi kafanıza takılıyor. Bunu düşünürken aynı anda deprem bölgesindeki bir kadın veya çocuğun, yüzlerce metre uzakta, gelişigüzel kazılmış bir çukurda doğal ihtiyacını gidermesi aklınıza takılıyor.Onların çektiği bu zahmetin acısını biz de duyabilir miyiz ? Duyuyorsak mükemmel bir insanız demektir !
Ya da, akşam yemeği yendi, TV başında merakla izlediğimiz dizinin saatini bekliyoruz. Aynı anda, evi yıkılmış, eşyası çöp olmuş, güçlükle aydınlatılmış bir çadır içinde yaşayan bir yaşıtımızın, uyuyabilmek için çektiği güçlüğü anlayabilir miyiz?
Bir an için bile düşünebilsek yeter aslında… Neden, çünkü bu kısa süreli düşünce bizi, zordakilere yardıma zorlar. Bu nedenle canlı-insan arasındaki farkı ortaya koyan Tolstoy’un bu özdeyişini önemli buluyorum. Belki de bu tür kanaat önderlerimiz bizim toplumumuzda da vardı acaba biz mi fark edemedik !
Bu arada bir kaç yüz yıl önce yaşayan Mevlana gibi tasavvuf ehli büyüklerimizi ve de onların bu yöndeki özdeyişlerini de unutmayalım.
Neyse, insan olmak için başkasının acısını duymak gerek cümlesinin karşılığında çıkan kelime “empati” olmuştu. Onun da sözlük anlamı çok önemli. Karşılığı “eşduyum ya da duygudaşlık” olarak açıklanmış. Bu anlamda moda bir kelime daha var o da “diğergamlık” gibi garip bir çeviri…Bizim anladığımız gibi başkalarını düşünme gibi bir şey. Lafı eğip, bükmeye de gerek yok.
Şimdi sadede geleceğim. Bu kadar laf kalabalığını neden yaptım biliyor musunuz, hemen cevaplıyorum. Birincisi; tüm TV kanallarının destek vererek ortak yayın yaptığı “depremzedelere yardım kampanyası” ve sonrasına dair. Çoğunuz izlediniz, biliyorum. O gece dakikalarca tanıtım ve reklam yapan, kamu bankaları, holding sahipleri ve sanayicilerden bir bölümü bu saydığımız başkasının acısını duymak ve de duygudaşlık gibi hasletlerden uzak kalmış !
Çünkü vaat edilen paranın neredeyse üçte biri henüz bankaya yatmamış. Cumhurbaşkanı Yardımcısı açıkladı… Ama kimler, hangi kurumlar yatırmamış onların isimleri açıklanmadı henüz. Belki de rencide olmasınlar diye!
Hani empati, nerede diğer gamlık, başkasının acısını duymak hasleti nereye saklandı ? Bitmedi, asıl şimdi hepimizi sınava sokacak bir gerçekten söz edeceğim. Deprem bölgesinde, enkaz altında kalıp kurtulanlardan 20 bin kadar İNSAN, engelli olarak yeni hayatına devam edecekmiş. Nasıl olacaksa ? Soruyu sordum ama yanıtını da bir bilim insanı veriyor zaten. Fizik tedavi ve rehabilitasyon doktoru Köksal Holoğlu deprem bölgesinin acil olarak ortez-protez merkezlerine ihtiyacı olduğunu vurguluyor. Çok sayıda yaralının ampute edildiğini, bunların içinde uzuvlarını yitirmiş yüzlerce bebek ve çocuk da olduğunu oradaki hekimlerin verdiği bilgi ile açıklıyor.
Bu ihtiyacın gereğini de şöyle açıklıyor:
“Protezin entegrasyon süreci rehabilitasyon ile birlikte iki üç hafta sürüyor. O kişiler yeni protez ile yaşamaya alışıyor ama ömür boyu rehabilitasyon gerekiyor. Bazen protez uymuyor, yaralar oluşuyor. Hastanın rehabilitasyon merkezine gitmesi gerekiyor.” Doktor Holoğlu, bu konuda Bakanlık ile temasa geçtiklerini, deprem bölgesinde rehabilitasyon merkezi oluşturmak için özel sektör ile işbirliği yapmalarını önerdiklerini belirtiyor. Ayrıca deprem bölgesinde ücretsiz biçimde bu tür hastalara bakılması gerektiğini söylerken, sanki bunun karşılığında ve deprem yaraları sarıldıktan sonra o bölgelerde özel sektör temsilcilerine ruhsat verilmesini istediklerini söylüyor. Yani başlangıçta ücretsiz tedavi, sonra da normale dönüldüğünde özel klinik anlamına geliyor bu öneri. Ama Sağlık Bakanlığı yanıt bile vermemiş, nedeni de bürokrasinin ağır işlemesiymiş! Dr.Holoğlu bu konuda acele edilmesini ve bir seferberlik ile bu 20 bin insanın az da olsa normal yaşama döndürülmesi gerektiğini söylüyor. Dedikleri olur mu ? Türkiye’de yaşıyorsanız bunun hemen olacağına ihtimal veremezsiniz. Öyle de görünüyor. Şimdi gelelim asıl meseleye, yani EMPATİ meselesine. Hadi, tuvalet ihtiyacını hatırlattık, evde sıcak ortamda TV izlemeyi de geçtik, şimdi bir başka noktaya geldik durduk. Cümle zaten şöyle başlar “Allah korusun bizim bir uzvumuz olmasa ne yaparız?” İşte empati, işte diğer gamlık. Süslemeye de gerek yok, biz onların yerinde olsak ne yaparız?
Cevap var mı? Hem ilgili ve yetkililer ve bizler normal hayatını sürdürenlerin ortak sessizliği bir anda karanlıkta kayboluyor !