Bir felaket sonrası, üzüntü yerini gülümsemeye nasıl bıraksın, bırakmaz tabii.
Ama Türkiye’de yaşıyorsanız, bu vatanın kültürünü yalayıp yuttuysanız bunu da başarabilirsiniz! O zaman dinlediklerimden, okuduklarımdan bir derleme yaptım, sizinle paylaşayım siz de yorumlayın.
Deprem gecesinden başlayalım isterseniz…
Çok sayıda tartışma var; nedeni de sabaha karşı 04.20 civarındaki ilk deprem sonrası kurtarma ekiplerinin yaygın deprem alanlarına ulaşması çeşitli sebepler ile oldukça geç kaldı. İddialara göre kurtarma ekiplerinin bir bölümü gönderilecekleri bölgeyi ve emri beklediler. Bazı yollar trafiğe geçit vermedi, yakın bir süre önce yapılan Hatay Havaalanı’nın pisti bozuldu. İskenderun Limanı çıkan yangın nedeni ile deniz ulaşımını sekteye uğrattı.
Haa, bir de o yangın kalmış aklımda. Ne yandı ki bir türlü sönmedi ve de bu yükün sahibi kimdi de feryat edemedi onu da anlayamadım. Neyse, geç de olsa kurtarma ekipleri en azından ikinci depreme yetişti de bu konu yerini yeni aksaklıklara bıraktı.
Benim ki de laf işte ! Bu kadar ağır bir tabloda ne olduğu bilinmeyen malın kime ait olduğu o kadar da önemli değildi zaten! Yine laf lafı açtı, bu yaslı günlerde bizleri hafifçe gülümsetecek olayları aktarmayı geciktirdim.
Önce EMASYA diyeceğim. Açılımı galiba Emniyet-Asayiş İşbirliği Protokolü.
Ama işin içinde Ordumuz da var. Bir grup asker özellikle deprem ve benzeri felaketler için özel eğitim alıyormuş. Bu özel birliğin askeri eğitim dışında en önemli bir yanı da, felaket anında emir beklemeden derhal olay yerine intikali.
Gölcük depreminde bu birliğin önemi açıkça ortaya çıkmış. Ama ülke yönetimi bir süre önce bu protokolü iptal etmiş ve EMASYA olmuş Amasya!
Yani, o kıymetli dakika ve saniyeleri, kurtarma çalışmalarındaki asker uzmanlığını biraz da bu yüzden kaybetmişiz.Çok şükür bu boşluğu madenciler doldurdu ilk anda…Çok ilginç kelimeler de var Türkçede.Sürekli doktor ve madenci için “haklarını ödeyemeyiz” denir kimileri tarafından. Öyle bir cümle ki bu sarf edilen, gerçekten de çalışma ve parasal konularda çoğu kez kendi ifadeleri ve tarafsızlara göre ödenemiyor yetkili organlar tarafından.
Konuşma dilimiz çok zengin! Bir kelime iki zıt anlama bile gelebiliyor.
Bu konuya değinen bazı meslektaşlarımın makalelerini de gördüm.
Bunun gülünecek tarafı nerede diyebilirsiniz. Haklısınız ama ben de kahkaha atın demiyorum, hiç olmazsa acı biçimde gülümseyelim.
Neyse geçelim bu konuyu! Bir de riskli alan ilanı gibi bir kavramımız var. Ama çok sabit değil, bazen yerinde duramıyor. İşte örnek; İskenderun merkezde 6 mahalle 10 yıl önce riskli böle ilan edilmiş. Burada evi arsası olanın malı değerini yitirmiş. Ama bazı cesur iş adamları, tehlikeye aldırmadan bölgedeki bazı evleri ve arsaları sevabına satın almış!
Sonra ne mi olmuş ? Bir denetim daha yapılmış, bölge riskli alandan çıkıvermiş.
Bu değişim bana eski depremlerden birindeki bir gelişmeyi hatırlattı. Sanırım 1999 yılındaki Düzce depremi sırasında yaşanmıştı. Küçük bir belediyede toplantı yapılıyor ve bir inşaat alanının “fay hattı” içinde kaldığı saptanıyor.Bir görevli bir çözüm buluyor şıp diye ! “Efendim,biz bu fay hattını başka yere alamaz mıyız?” sorusunu yöneltiyor. Gerisi ne oldu unuttum bilmiyorum !
İşte İskenderun’daki mahalle de bu haldeymiş. Önce riskli alan ilan ediliyor, yerler değer kaybediyor, becerikli iş adamları bunu hemen değerlendiriyor. Siteler, müstakil binalar yapılıyor ve ortaya yeni bir semt çıkıveriyor. Aynı bölge bir süre sonra yine “riskli alan” ilan ediliyor. Bu rantiye oyununu öğrenen devlet büyükleri/büyüğü çok mu çok öfkeleniyor ve bir süre önce bu bölge 4 Şubat 2022 tarihli Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile riskli alan olmaktan çıkarılıyor. Bu bölgede depremde ne yaşadı diye soracak olursanız, benim gibi ekran başına gidin.O yeni binaların enkazını ve toprak altında yakınlarını arayan çaresizleri görürsünüz.Şimdi bu yapılana ne diyelim, önce ağlayıp sonra da gülelim mi ?
İsterseniz gariplikler turuna İskenderun’dan devam edelim…
Deprem bölgesinde artık enkaz kaldırma çalışmaları yoğunlaşmış. Sanırım Hatay kırsalında bir küçük yerleşimde rastladım bir gülümseten gelişmeye... Molozları toplayan ekiplerden biri, herhalde kolaylık olsun diye enkazı yakın bir yere yaymış. Ama molozu bıraktığı yer bir köyü ortadan yarıp geçen fay hattı. Fay mı vayy mı ne diyelim?
Hatay’a bağlı Demirköprü beldesi… Beldenin tam ortasından fay hattı geçiyor. Evler tek katlı ve biri bile yıkılmamış, hepsi ayakta. Sadece bir yer sıkıntılı; toplanma alanı test edilmiş fay hattı üzerinde olduğu görülmüş!
Son durağımız Adıyaman’ın Beldekonak kasabası. Belediye başkanı da jeoloji mühendisiymiş. Bir süre önce beldesinin depremselliğini test sonucu öğrenerek olası bir deprem için ilgilileri uyarmış. Rivayet böyle.
Sonuç, iki deprem ve artçıları ile ortaya çıkan yıkım, başkanı jeoloji mühendisi olan o küçük beldede 105 kişinin canına mal olmuş.
Bu gelişmeleri sollayıp geçecek bir cümle var elimizde. Hem de canlı yayındaki bir ses ve bir cümle. Çünkü TV ekranından izleyen herkesin tanık olduğu, ne ağlatan, ne güldüren, hatta düşünmeye bile cesaret edemediğimiz türden.
Cümle, 85 milyon insanın yaşadığı ve de depremselliği tescilli ülkemiz Türkiye’nin, en sorumlu koltuklarından birinde oturan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya ait. Gözyaşlarını dökerken sarf ettiği kelimeler ve o cümle:
“Biz İstanbul depremine hazırlanıyorduk…”
Söz bitti, artık düşünme, bir kez daha düşünme, kendimize gelme zamanı.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İSMAİL KEMANKAŞ
GÜLERİZ AĞLANACAK HALİMİZE
Bir felaket sonrası, üzüntü yerini gülümsemeye nasıl bıraksın, bırakmaz tabii.
Ama Türkiye’de yaşıyorsanız, bu vatanın kültürünü yalayıp yuttuysanız bunu da başarabilirsiniz! O zaman dinlediklerimden, okuduklarımdan bir derleme yaptım, sizinle paylaşayım siz de yorumlayın.
Deprem gecesinden başlayalım isterseniz…
Çok sayıda tartışma var; nedeni de sabaha karşı 04.20 civarındaki ilk deprem sonrası kurtarma ekiplerinin yaygın deprem alanlarına ulaşması çeşitli sebepler ile oldukça geç kaldı. İddialara göre kurtarma ekiplerinin bir bölümü gönderilecekleri bölgeyi ve emri beklediler. Bazı yollar trafiğe geçit vermedi, yakın bir süre önce yapılan Hatay Havaalanı’nın pisti bozuldu. İskenderun Limanı çıkan yangın nedeni ile deniz ulaşımını sekteye uğrattı.
Haa, bir de o yangın kalmış aklımda. Ne yandı ki bir türlü sönmedi ve de bu yükün sahibi kimdi de feryat edemedi onu da anlayamadım. Neyse, geç de olsa kurtarma ekipleri en azından ikinci depreme yetişti de bu konu yerini yeni aksaklıklara bıraktı.
Benim ki de laf işte ! Bu kadar ağır bir tabloda ne olduğu bilinmeyen malın kime ait olduğu o kadar da önemli değildi zaten! Yine laf lafı açtı, bu yaslı günlerde bizleri hafifçe gülümsetecek olayları aktarmayı geciktirdim.
Önce EMASYA diyeceğim. Açılımı galiba Emniyet-Asayiş İşbirliği Protokolü.
Ama işin içinde Ordumuz da var. Bir grup asker özellikle deprem ve benzeri felaketler için özel eğitim alıyormuş. Bu özel birliğin askeri eğitim dışında en önemli bir yanı da, felaket anında emir beklemeden derhal olay yerine intikali.
Gölcük depreminde bu birliğin önemi açıkça ortaya çıkmış. Ama ülke yönetimi bir süre önce bu protokolü iptal etmiş ve EMASYA olmuş Amasya!
Yani, o kıymetli dakika ve saniyeleri, kurtarma çalışmalarındaki asker uzmanlığını biraz da bu yüzden kaybetmişiz.Çok şükür bu boşluğu madenciler doldurdu ilk anda…Çok ilginç kelimeler de var Türkçede.Sürekli doktor ve madenci için “haklarını ödeyemeyiz” denir kimileri tarafından. Öyle bir cümle ki bu sarf edilen, gerçekten de çalışma ve parasal konularda çoğu kez kendi ifadeleri ve tarafsızlara göre ödenemiyor yetkili organlar tarafından.
Konuşma dilimiz çok zengin! Bir kelime iki zıt anlama bile gelebiliyor.
Neyse konudan uzaklaşmayayım. EMASYA gitti tartışma geldi diyordum.
Bu konuya değinen bazı meslektaşlarımın makalelerini de gördüm.
Bunun gülünecek tarafı nerede diyebilirsiniz. Haklısınız ama ben de kahkaha atın demiyorum, hiç olmazsa acı biçimde gülümseyelim.
Neyse geçelim bu konuyu! Bir de riskli alan ilanı gibi bir kavramımız var. Ama çok sabit değil, bazen yerinde duramıyor. İşte örnek; İskenderun merkezde 6 mahalle 10 yıl önce riskli böle ilan edilmiş. Burada evi arsası olanın malı değerini yitirmiş. Ama bazı cesur iş adamları, tehlikeye aldırmadan bölgedeki bazı evleri ve arsaları sevabına satın almış!
Sonra ne mi olmuş ? Bir denetim daha yapılmış, bölge riskli alandan çıkıvermiş.
Bu değişim bana eski depremlerden birindeki bir gelişmeyi hatırlattı. Sanırım 1999 yılındaki Düzce depremi sırasında yaşanmıştı. Küçük bir belediyede toplantı yapılıyor ve bir inşaat alanının “fay hattı” içinde kaldığı saptanıyor.Bir görevli bir çözüm buluyor şıp diye ! “Efendim,biz bu fay hattını başka yere alamaz mıyız?” sorusunu yöneltiyor. Gerisi ne oldu unuttum bilmiyorum !
İşte İskenderun’daki mahalle de bu haldeymiş. Önce riskli alan ilan ediliyor, yerler değer kaybediyor, becerikli iş adamları bunu hemen değerlendiriyor. Siteler, müstakil binalar yapılıyor ve ortaya yeni bir semt çıkıveriyor. Aynı bölge bir süre sonra yine “riskli alan” ilan ediliyor. Bu rantiye oyununu öğrenen devlet büyükleri/büyüğü çok mu çok öfkeleniyor ve bir süre önce bu bölge 4 Şubat 2022 tarihli Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile riskli alan olmaktan çıkarılıyor. Bu bölgede depremde ne yaşadı diye soracak olursanız, benim gibi ekran başına gidin.O yeni binaların enkazını ve toprak altında yakınlarını arayan çaresizleri görürsünüz.Şimdi bu yapılana ne diyelim, önce ağlayıp sonra da gülelim mi ?
İsterseniz gariplikler turuna İskenderun’dan devam edelim…
Deprem bölgesinde artık enkaz kaldırma çalışmaları yoğunlaşmış. Sanırım Hatay kırsalında bir küçük yerleşimde rastladım bir gülümseten gelişmeye... Molozları toplayan ekiplerden biri, herhalde kolaylık olsun diye enkazı yakın bir yere yaymış. Ama molozu bıraktığı yer bir köyü ortadan yarıp geçen fay hattı. Fay mı vayy mı ne diyelim?
Hatay’a bağlı Demirköprü beldesi… Beldenin tam ortasından fay hattı geçiyor. Evler tek katlı ve biri bile yıkılmamış, hepsi ayakta. Sadece bir yer sıkıntılı; toplanma alanı test edilmiş fay hattı üzerinde olduğu görülmüş!
Son durağımız Adıyaman’ın Beldekonak kasabası. Belediye başkanı da jeoloji mühendisiymiş. Bir süre önce beldesinin depremselliğini test sonucu öğrenerek olası bir deprem için ilgilileri uyarmış. Rivayet böyle.
Sonuç, iki deprem ve artçıları ile ortaya çıkan yıkım, başkanı jeoloji mühendisi olan o küçük beldede 105 kişinin canına mal olmuş.
Bu gelişmeleri sollayıp geçecek bir cümle var elimizde. Hem de canlı yayındaki bir ses ve bir cümle. Çünkü TV ekranından izleyen herkesin tanık olduğu, ne ağlatan, ne güldüren, hatta düşünmeye bile cesaret edemediğimiz türden.
Cümle, 85 milyon insanın yaşadığı ve de depremselliği tescilli ülkemiz Türkiye’nin, en sorumlu koltuklarından birinde oturan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya ait. Gözyaşlarını dökerken sarf ettiği kelimeler ve o cümle:
“Biz İstanbul depremine hazırlanıyorduk…”
Söz bitti, artık düşünme, bir kez daha düşünme, kendimize gelme zamanı.