Konudan uzaklaşmak isteyen beynim, bazen dinlemiyor ve ısrarla beni yaşadığımız deprem felaketini sorgulamaya itiyor.
Oysa, başta depremi yaşayanların, sonra da bizim gibi sadece karşıdan izleyebilenlerin “ya başımıza gelirse ne yaparız?” soruları ile sürekli bir olumsuzluk ruh halinde olanlar için bulunmaz bir fırsat yaratılmış.
Belki de amaç bu değil ama karşıdan bakınca öyle de anlaşılabiliyor. Haberi okurken önce güldüm, sonra da düşünmeye başladım. Sözü uzattım beni güldürürken düşünceye ve ihtimallere götüren gelişmeyi hemen aktarayım.
Hürriyet Gazetesi birinci sayfasında kocaman bir fotoğraf ile bezenmiş ilginç bir haber yayınlamış. Hatay’da adliye binası güvenli olmadığı ve nezarethane boşaltıldığı için,mahkeme ve soruşturmaları, bahçedeki konteyner barakalara taşımış. Siz olsanız gülümsemez misiniz?
Ama bu görüntünün bir başka yönü de var. Soruşturma geçiren ve tutuklu yargılananların büyük bir bölümü, yıkılan binaların sorumlusu olarak görülenler.
Düşünme nedenim de bu zaten. Bu zorunlu uygulama nedeni ile onlara; “bakın binlerce insan, sizin para hırsınız ve sorumsuzluğunuz yüzünden, içinde bulunduğunuz bu demirden barakaları bile bulamayıp çadırda yaşıyor. Rüzgar ve yağmura karşı ikinci bir kurtuluş mücadelesi veriyor.” denmek mi isteniyor acaba? İşte güldürürken düşündüren bir olay ancak bu kadar görülebilir, yada ifade edilebilir. Aslında benim ikinci şaşkınlığım, tutuklu yargılanan, ya da şüpheli olarak göz altına alınanlar arasında “yapı denetim firması sorumlusu” kimliklilerinin de olması. Bundan daha doğal ne olabilir sorusunu da yöneltebilirsiniz. Ama bir iki gün önce yapmaya çalıştığım aramada, yapı denetim kurumları ve sorumluları ile, konuya biraz uzak olmasına karşın, “İş güvenliği sağlığı” konusundaki yetkililerin, bir hatası sonucu “cezai sorumluluğu” var mı diye bakmak istedim. Bir türlü net yanıta ulaşamadım. Bir çok madde sıralanıyor, bol miktarda laf kalabalığı var yasa ve yönetmeliklerde. İşte bu sırada bu haber çıktı ve yine şaşırdım. Çünkü söz konusu uzman ve yetkililer soruşturuluyormuş ve özellikle yüklenici (müteahhit) kesiminden 37 kişi tutuklanmış. Ya ben atladım, ya da İdare öfkeyi bastırmak için bu uygulamayı yapıyor ! Bilemedim…
Çünkü, inşaata dair yönetmelikte, yapı denetçilerinin ücretini “bina sahibi” verir deniyor. Binayı yaptıran, bu konularda masraftan kaçınarak, vecibelerini yerine getirmez ve binanın bu nedenle yıkıldığı ispatlanırsa suçlu tek ve belli.
O da bina sahibi. İşte püf noktası burası. Televizyon haberlerinde gördüğümüz kadarı ile deprem bölgesinde yıkılan binaların büyük bölümü, direk olarak yüklenicinin kendisine ait. Bu nedenle 37 tutuklunun önemli bir kısmını sanırım
“hem yüklenici hem de bina sahibi “ olanlar oluşturuyor. İçlerinde bazı yapı denetçilerinin de oluşu da ilginç. Çünkü onlar gördükleri eksik ve hataları, ilgili kamu kurumuna götürüp bildirmek ve eksiğin giderilmesinden sorumlu. Eksik ve hataları kamuya bildirmediler ise soruşturma veya tutukluluk kararı normal. Ya da bu tür bildirimi yapmaları halinde, bina sahibi ya da yüklenicinin tehdidine maruz kaldılar ise o daha da ilginç.Rutin bildirimler yapıldı ve bina için olumlu karar verildi ise durum bambaşka. Böyle durumlar varsa ve kamudan hiçbir sorumlu suçlanmıyorsa, işte bunu oturup düşünmek gerekir. Dikkat ettiyseniz, binanın yapımını onaylama yetkisindeki hiçbir kamu kuruluşundan bir personelin bırakın sorgulanmasını, onlardan söz eden bile yok. Bunun anlamını tefsir edecek biri varsa mutlu olurum! Bir konu daha var ki Hatay’da geçen… Galiba İskenderun’dan…TV haberinin gerçek olmamasını diliyorum. İddiaya göre, bazı hastanelerdeki yoğun bakım hastaları deprem esnasında tahliye edilmemiş ve kaderlerine terk edilmiş. Bazı hastanelerde ise, sadece yüksek katlar için asansör yapılmış ama, merdiven inşa edilmemiş. Depremde elektrik kesik olduğu için hastaların bir bölümü yine kaderine terk edilmiş ! Gerçekten korkunç bir iddia…
“Kadının adı kader soyadını da siz koyun”
Cümle bana ait değil. Ekranda gördüm. Bir kadın feryat ediyor, durmadan ağır cümleler kuruyordu. Altını çizmek istediği de, kurtarma çalışmaları sonrasındaki barınma güçlükleri ve de günlük, en gerekli ve kişisel ihtiyaçların karşılanamamasıydı (tuvalet, banyo gibi).
Bağırdıkça sesi daha da yüksek çıkıyor, herkesi sus pus ediyordu. Çünkü konuştuğu yer TBMM kürsüsüydü. Kadının adı her yerde, her durumda “kader soyadını siz koyun” dedi ve gerisini getiremedi. Sonra da ağlamaklı biçimde “ depremden tam dokuz gün sonra yüzümü Erikli suyu ile yıkayabildim.” diyebildi. Bağırdı, bağırdı, süre kısıtlamasını deldi geçti ve meramını öyle bir üslupla anlattı ki, kimseden çıt çıkamadı. Soruları vardı; “Asker nerede, sivil savunma nerede? Altın madalyalı kan bağışçısıyım,verdiğimiz kanları satacak mısınız? Bundan sonra kan da vermem. Siz Hatay’a kefen bile vermediniz. Sivillere asker kıyafeti giydirerek kimi kandırıyorsunuz?”
Çılgınca bağıran kadın, CHP Hatay Milletvekili Suzan Şahin’miş. Alt yazıda gördüm. Oysa artık zıvanadan çıkmıştı, susmadı…Değindiği bir konu çok çarpıcıydı ve konuşurken ağlamaklıydı. “ Depremin ikinci günü Hatay’a binlerce arama-kurtarma ekibi geldi. Ama yanlarında alet-edevat yok. Nasıl kurtarma yapacaklar ? Sordum neden yok…Dediler, bölgeye girişte bizi durdurdular, siz önden gidin aletler arkadan gelecek…Hiçbir şey yapamadan iki gün beklediler…” Bu iddialardan sonra burada duruyor ve “Söz gümüşse, sükut altındır.”diyorum..V e bir politikacı kadının, hemcinslerinin güçlüklerini ve halkın çektiği çileyi böylesine çarpıcı anlatımına ve de özellikle erkek vekillerin bu söylenenlere karşı çaresiz kalışlarına sadece şaşırıyorum !
Bu ibret, dehşet ve de doğal afetin korkunç yıkımını düşünerek köşeme çekiliyorum…Ardından eskilerin deyimi ile “hacet gidermek” için lavabonun yolunu tutuyorum. Sanki içimde bir suçluluk hissi dolaşıyor. Aslında çok doğal ve gerekli olan bu sıradan lüksü, evimde ve kolayca bulurken, deprem bölgesinde buna yoğun uğraş verenleri düşünüyor ve utanıyorum.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İSMAİL KEMANKAŞ
HATAY USULÜ PORTATİF SORUŞTURMA !
Konudan uzaklaşmak isteyen beynim, bazen dinlemiyor ve ısrarla beni yaşadığımız deprem felaketini sorgulamaya itiyor.
Oysa, başta depremi yaşayanların, sonra da bizim gibi sadece karşıdan izleyebilenlerin “ya başımıza gelirse ne yaparız?” soruları ile sürekli bir olumsuzluk ruh halinde olanlar için bulunmaz bir fırsat yaratılmış.
Belki de amaç bu değil ama karşıdan bakınca öyle de anlaşılabiliyor. Haberi okurken önce güldüm, sonra da düşünmeye başladım. Sözü uzattım beni güldürürken düşünceye ve ihtimallere götüren gelişmeyi hemen aktarayım.
Hürriyet Gazetesi birinci sayfasında kocaman bir fotoğraf ile bezenmiş ilginç bir haber yayınlamış. Hatay’da adliye binası güvenli olmadığı ve nezarethane boşaltıldığı için,mahkeme ve soruşturmaları, bahçedeki konteyner barakalara taşımış. Siz olsanız gülümsemez misiniz?
Ama bu görüntünün bir başka yönü de var. Soruşturma geçiren ve tutuklu yargılananların büyük bir bölümü, yıkılan binaların sorumlusu olarak görülenler.
Düşünme nedenim de bu zaten. Bu zorunlu uygulama nedeni ile onlara; “bakın binlerce insan, sizin para hırsınız ve sorumsuzluğunuz yüzünden, içinde bulunduğunuz bu demirden barakaları bile bulamayıp çadırda yaşıyor. Rüzgar ve yağmura karşı ikinci bir kurtuluş mücadelesi veriyor.” denmek mi isteniyor acaba? İşte güldürürken düşündüren bir olay ancak bu kadar görülebilir, yada ifade edilebilir. Aslında benim ikinci şaşkınlığım, tutuklu yargılanan, ya da şüpheli olarak göz altına alınanlar arasında “yapı denetim firması sorumlusu” kimliklilerinin de olması. Bundan daha doğal ne olabilir sorusunu da yöneltebilirsiniz. Ama bir iki gün önce yapmaya çalıştığım aramada, yapı denetim kurumları ve sorumluları ile, konuya biraz uzak olmasına karşın, “İş güvenliği sağlığı” konusundaki yetkililerin, bir hatası sonucu “cezai sorumluluğu” var mı diye bakmak istedim. Bir türlü net yanıta ulaşamadım. Bir çok madde sıralanıyor, bol miktarda laf kalabalığı var yasa ve yönetmeliklerde. İşte bu sırada bu haber çıktı ve yine şaşırdım. Çünkü söz konusu uzman ve yetkililer soruşturuluyormuş ve özellikle yüklenici (müteahhit) kesiminden 37 kişi tutuklanmış. Ya ben atladım, ya da İdare öfkeyi bastırmak için bu uygulamayı yapıyor ! Bilemedim…
Çünkü, inşaata dair yönetmelikte, yapı denetçilerinin ücretini “bina sahibi” verir deniyor. Binayı yaptıran, bu konularda masraftan kaçınarak, vecibelerini yerine getirmez ve binanın bu nedenle yıkıldığı ispatlanırsa suçlu tek ve belli.
O da bina sahibi. İşte püf noktası burası. Televizyon haberlerinde gördüğümüz kadarı ile deprem bölgesinde yıkılan binaların büyük bölümü, direk olarak yüklenicinin kendisine ait. Bu nedenle 37 tutuklunun önemli bir kısmını sanırım
“hem yüklenici hem de bina sahibi “ olanlar oluşturuyor. İçlerinde bazı yapı denetçilerinin de oluşu da ilginç. Çünkü onlar gördükleri eksik ve hataları, ilgili kamu kurumuna götürüp bildirmek ve eksiğin giderilmesinden sorumlu. Eksik ve hataları kamuya bildirmediler ise soruşturma veya tutukluluk kararı normal. Ya da bu tür bildirimi yapmaları halinde, bina sahibi ya da yüklenicinin tehdidine maruz kaldılar ise o daha da ilginç.Rutin bildirimler yapıldı ve bina için olumlu karar verildi ise durum bambaşka. Böyle durumlar varsa ve kamudan hiçbir sorumlu suçlanmıyorsa, işte bunu oturup düşünmek gerekir. Dikkat ettiyseniz, binanın yapımını onaylama yetkisindeki hiçbir kamu kuruluşundan bir personelin bırakın sorgulanmasını, onlardan söz eden bile yok. Bunun anlamını tefsir edecek biri varsa mutlu olurum! Bir konu daha var ki Hatay’da geçen… Galiba İskenderun’dan…TV haberinin gerçek olmamasını diliyorum. İddiaya göre, bazı hastanelerdeki yoğun bakım hastaları deprem esnasında tahliye edilmemiş ve kaderlerine terk edilmiş. Bazı hastanelerde ise, sadece yüksek katlar için asansör yapılmış ama, merdiven inşa edilmemiş. Depremde elektrik kesik olduğu için hastaların bir bölümü yine kaderine terk edilmiş ! Gerçekten korkunç bir iddia…
“Kadının adı kader soyadını da siz koyun”
Cümle bana ait değil. Ekranda gördüm. Bir kadın feryat ediyor, durmadan ağır cümleler kuruyordu. Altını çizmek istediği de, kurtarma çalışmaları sonrasındaki barınma güçlükleri ve de günlük, en gerekli ve kişisel ihtiyaçların karşılanamamasıydı (tuvalet, banyo gibi).
Bağırdıkça sesi daha da yüksek çıkıyor, herkesi sus pus ediyordu. Çünkü konuştuğu yer TBMM kürsüsüydü. Kadının adı her yerde, her durumda “kader soyadını siz koyun” dedi ve gerisini getiremedi. Sonra da ağlamaklı biçimde “ depremden tam dokuz gün sonra yüzümü Erikli suyu ile yıkayabildim.” diyebildi. Bağırdı, bağırdı, süre kısıtlamasını deldi geçti ve meramını öyle bir üslupla anlattı ki, kimseden çıt çıkamadı. Soruları vardı; “Asker nerede, sivil savunma nerede? Altın madalyalı kan bağışçısıyım,verdiğimiz kanları satacak mısınız? Bundan sonra kan da vermem. Siz Hatay’a kefen bile vermediniz. Sivillere asker kıyafeti giydirerek kimi kandırıyorsunuz?”
Çılgınca bağıran kadın, CHP Hatay Milletvekili Suzan Şahin’miş. Alt yazıda gördüm. Oysa artık zıvanadan çıkmıştı, susmadı…Değindiği bir konu çok çarpıcıydı ve konuşurken ağlamaklıydı. “ Depremin ikinci günü Hatay’a binlerce arama-kurtarma ekibi geldi. Ama yanlarında alet-edevat yok. Nasıl kurtarma yapacaklar ? Sordum neden yok…Dediler, bölgeye girişte bizi durdurdular, siz önden gidin aletler arkadan gelecek…Hiçbir şey yapamadan iki gün beklediler…” Bu iddialardan sonra burada duruyor ve “Söz gümüşse, sükut altındır.”diyorum..V e bir politikacı kadının, hemcinslerinin güçlüklerini ve halkın çektiği çileyi böylesine çarpıcı anlatımına ve de özellikle erkek vekillerin bu söylenenlere karşı çaresiz kalışlarına sadece şaşırıyorum !
Bu ibret, dehşet ve de doğal afetin korkunç yıkımını düşünerek köşeme çekiliyorum…Ardından eskilerin deyimi ile “hacet gidermek” için lavabonun yolunu tutuyorum. Sanki içimde bir suçluluk hissi dolaşıyor. Aslında çok doğal ve gerekli olan bu sıradan lüksü, evimde ve kolayca bulurken, deprem bölgesinde buna yoğun uğraş verenleri düşünüyor ve utanıyorum.