Orta yaşlı bir kadın konuşuyordu mikrofona…”Artık dilimiz sustu,
bedenimiz konuşacak…” Cümlenin sahibi Çatalca’daki Polonez fabrikasının
işten atılan çalışanlarından biri…Yaklaşık 5 aya varan bir süredir hak arama
mücadelesi yapıyorlarmış. Seslerini duyurmak için Ankara’ya yürüyeceklerdi,
izin verilmedi ve onlarda açlık grevine başladı. İşte o öylem sırasında, kadın
işçilerde biri kriz geçiriyor ve uzun süre ambulans bekleniyor. Üstelik, yasal
bir hak arama mücadelesi yaparken ve de açlık grevine başladıklarında, bir
ambulans talepleri olmuşken eylem sırasında rahatsızlanacaklar için…
Zaten çoğunluğu kadın çalışan bu eylemcilerin. Ankara yolu neden kesiliyor,
beş aydan beri neden henüz işyerine geri alınmadılar ya da tazminatları
verilmedi? Can alıcı sorular bunlar zaten…İşte “bedenimiz konuşacak”
cümlesi bu durumun ifadesi…Çok anlamlı.Artık dayanamıyoruz, açlıktan
ölürsek vebali sizin üzerinize mi denmek istedi, yoksa, konuşma fayda etmiyor,
açlıkla belki bir sonuç alırız mı denmek mi bu cümle ile ?Eylem yapan bir avuç
emekçinin ve savundukları konu ülkemizin yasaları ve Anayasa gereği doğal bir
hak arama çabası.Bu haklı eylemi yapanlara destek veren bir sendika bunu şöyle
açıklıyor;.
“Anayasanın 51. Maddesi'ne göre her çalışanın sendikaya üye olma hakkı
vardır. Anayasa'ya göre, hiç kimse sendikaya üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.
6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu 17. maddeye göre,
sendikaya üye olmak serbesttir. Polonez işçisi, sadece kendi hakları için değil
Anayasa ve yasalardaki bu açık hükümlere rağmen sendikalaşmaya ve
sendikalara uygulanan baskılara karşı tüm emekçiler adına mücadele
vermektedir.” Yasa gayet açık, üstelik işten çıkarıldıkları için tazminat da
ödenmemiş bu emekçilere…Yani işin içinde zorbalık da var. Nasıl olmasın?
Kamu, onların eylemini sonlandırmak için elinden geleni yapıyor, ama anayasal
bir hakkın kullanılmasına destek vermiyor.Buna karşın, özellikle kadın
çalışanlar pes etmeye hiç de niyetli değil. Ama bir yakınmaları da var.
Toplumun da bir desteğini görmemişler çünkü…
Madalyonun öteki yüzünde bu işyerinin sahibinin Ürdünlü oluşu da var ve
ilginç. Aslında işveren kendi vatandaşımız da olsa,genelde sendikalaşmaya razı
olmayı bırakın, hemen işten çıkarma başlıyor ve bir yasal güçlükle
karşılaşmıyor.. Galiba zamanın ruhuna uygun olarak ! Çünkü bu tür hak
aramalar, sanki İktidar ve kurumlarına kalkışma gibi değerlendiriliyor ve kapı
gibi yasa ve anayasal bir hak böylesi her olayda ayaklar altında çiğneniyor. Bu
olanları ekranda izlerken bir başka duyguya da kapıldım. Haberin birinde,
ülkelerine dönmeye çalışan Suriyeli muhacir kardeşlerimiz ile yapılan söyleşiler
vardı. Hepsi, kendilerine kucak açan Türkiye’den huzur içinde ayrılıyor ve
minnet duyduklarını belirtiyorlardı. Birkaç dakika sonra, başta belirttiğim açlık
grevinde hak arayan kadın çalışanın fenalık geçirdiği sahne verildi. Bu durumu
çok garipsedim. Tamam müşkül durumdaki bu yabancı uyruklulara kol kanat
gerilmesi ve de onlara eğitim ve iş olanakları sağlanması, parasal destek de
verilmesi hatta vatandaşlığa bile alınması güzel bir davranışken, kendi
vatandaşının haklı direnişine hiç ilgi duyamayan bir yönetim için acaba nasıl bir
cümle kurulabilir? Ben bu satırlarda böyle bir tanımda bulunamayacağım.
Sadece insaf diyebiliyorum. Bunları düşünüp yazarken Sayın
Cumhurbaşkanı’nın yürütme erkinin başkanlığını yaptığı kabine toplantısında,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’na hitap ederken kurduğu cümle de geldi
aklıma… Bu cümle esprili gibi görünse de gerçeğin ta kendisiydi! Sayın
Erdoğan müstehzi bir tavırla bakana hitap ederek “Şu CHP belediyelerini bir
silkele bakalım SGK borçlarını ödesinler…” Siyasi açıdan güzel ve oy
getirici bir mizansen…Ama demokratik kurallar ile yönetilen bir ülkede,
yüksek mevkilerdeki yöneticilere uygun düşmeyen bir cümleydi sarf edilen…
Benim yaptığım gibi istediğiniz anlamı çıkarabilirsiniz bu cümleden… Belki,
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı siyaseten öyle bir sıkışmışlık içinde ki,
çareyi halk ağzı kullanarak seçmenine hoş görünmekte buldu diyebilirsiniz…
Ama sarf edilen ve mizansen niteliği taşıyan o sahnedeki silkeleme eylemi,
genelde meyveli ağaçlar için kullanılmaz mı? . Örneğin ceviz ağacı silkelenir
veya dut ağacından meyve dökülmesi sağlanır. Acaba bu cümle bir anlamda
CHP belediye başkanlarının çok önemli yerlerde görev yapması ile onların çok
verimli ve halka değen çalışmalar yapmakta oldukları kanaati mi oluştu acaba
Sayın Erdoğan’da…Ancak bu yolladize getirebileceğini düşündü muhalefeti ?
Benim ki de ihtimal işte…Bir muhalefet partisi ülkenin en büyük en önemli en
az on onbeş şehrinde başkanlığı ele geçirir ise, meyveli ağaç olarak nitelenir ve
de silkelenir !
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İSMAİL KEMANKAŞ
İbretlik bir hak arama mücadelesi
Orta yaşlı bir kadın konuşuyordu mikrofona…”Artık dilimiz sustu,
bedenimiz konuşacak…” Cümlenin sahibi Çatalca’daki Polonez fabrikasının
işten atılan çalışanlarından biri…Yaklaşık 5 aya varan bir süredir hak arama
mücadelesi yapıyorlarmış. Seslerini duyurmak için Ankara’ya yürüyeceklerdi,
izin verilmedi ve onlarda açlık grevine başladı. İşte o öylem sırasında, kadın
işçilerde biri kriz geçiriyor ve uzun süre ambulans bekleniyor. Üstelik, yasal
bir hak arama mücadelesi yaparken ve de açlık grevine başladıklarında, bir
ambulans talepleri olmuşken eylem sırasında rahatsızlanacaklar için…
Zaten çoğunluğu kadın çalışan bu eylemcilerin. Ankara yolu neden kesiliyor,
beş aydan beri neden henüz işyerine geri alınmadılar ya da tazminatları
verilmedi? Can alıcı sorular bunlar zaten…İşte “bedenimiz konuşacak”
cümlesi bu durumun ifadesi…Çok anlamlı.Artık dayanamıyoruz, açlıktan
ölürsek vebali sizin üzerinize mi denmek istedi, yoksa, konuşma fayda etmiyor,
açlıkla belki bir sonuç alırız mı denmek mi bu cümle ile ?Eylem yapan bir avuç
emekçinin ve savundukları konu ülkemizin yasaları ve Anayasa gereği doğal bir
hak arama çabası.Bu haklı eylemi yapanlara destek veren bir sendika bunu şöyle
açıklıyor;.
“Anayasanın 51. Maddesi'ne göre her çalışanın sendikaya üye olma hakkı
vardır. Anayasa'ya göre, hiç kimse sendikaya üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.
6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu 17. maddeye göre,
sendikaya üye olmak serbesttir. Polonez işçisi, sadece kendi hakları için değil
Anayasa ve yasalardaki bu açık hükümlere rağmen sendikalaşmaya ve
sendikalara uygulanan baskılara karşı tüm emekçiler adına mücadele
vermektedir.” Yasa gayet açık, üstelik işten çıkarıldıkları için tazminat da
ödenmemiş bu emekçilere…Yani işin içinde zorbalık da var. Nasıl olmasın?
Kamu, onların eylemini sonlandırmak için elinden geleni yapıyor, ama anayasal
bir hakkın kullanılmasına destek vermiyor.Buna karşın, özellikle kadın
çalışanlar pes etmeye hiç de niyetli değil. Ama bir yakınmaları da var.
Toplumun da bir desteğini görmemişler çünkü…
Madalyonun öteki yüzünde bu işyerinin sahibinin Ürdünlü oluşu da var ve
ilginç. Aslında işveren kendi vatandaşımız da olsa,genelde sendikalaşmaya razı
olmayı bırakın, hemen işten çıkarma başlıyor ve bir yasal güçlükle
karşılaşmıyor.. Galiba zamanın ruhuna uygun olarak ! Çünkü bu tür hak
aramalar, sanki İktidar ve kurumlarına kalkışma gibi değerlendiriliyor ve kapı
gibi yasa ve anayasal bir hak böylesi her olayda ayaklar altında çiğneniyor. Bu
olanları ekranda izlerken bir başka duyguya da kapıldım. Haberin birinde,
ülkelerine dönmeye çalışan Suriyeli muhacir kardeşlerimiz ile yapılan söyleşiler
vardı. Hepsi, kendilerine kucak açan Türkiye’den huzur içinde ayrılıyor ve
minnet duyduklarını belirtiyorlardı. Birkaç dakika sonra, başta belirttiğim açlık
grevinde hak arayan kadın çalışanın fenalık geçirdiği sahne verildi. Bu durumu
çok garipsedim. Tamam müşkül durumdaki bu yabancı uyruklulara kol kanat
gerilmesi ve de onlara eğitim ve iş olanakları sağlanması, parasal destek de
verilmesi hatta vatandaşlığa bile alınması güzel bir davranışken, kendi
vatandaşının haklı direnişine hiç ilgi duyamayan bir yönetim için acaba nasıl bir
cümle kurulabilir? Ben bu satırlarda böyle bir tanımda bulunamayacağım.
Sadece insaf diyebiliyorum. Bunları düşünüp yazarken Sayın
Cumhurbaşkanı’nın yürütme erkinin başkanlığını yaptığı kabine toplantısında,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’na hitap ederken kurduğu cümle de geldi
aklıma… Bu cümle esprili gibi görünse de gerçeğin ta kendisiydi! Sayın
Erdoğan müstehzi bir tavırla bakana hitap ederek “Şu CHP belediyelerini bir
silkele bakalım SGK borçlarını ödesinler…” Siyasi açıdan güzel ve oy
getirici bir mizansen…Ama demokratik kurallar ile yönetilen bir ülkede,
yüksek mevkilerdeki yöneticilere uygun düşmeyen bir cümleydi sarf edilen…
Benim yaptığım gibi istediğiniz anlamı çıkarabilirsiniz bu cümleden… Belki,
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı siyaseten öyle bir sıkışmışlık içinde ki,
çareyi halk ağzı kullanarak seçmenine hoş görünmekte buldu diyebilirsiniz…
Ama sarf edilen ve mizansen niteliği taşıyan o sahnedeki silkeleme eylemi,
genelde meyveli ağaçlar için kullanılmaz mı? . Örneğin ceviz ağacı silkelenir
veya dut ağacından meyve dökülmesi sağlanır. Acaba bu cümle bir anlamda
CHP belediye başkanlarının çok önemli yerlerde görev yapması ile onların çok
verimli ve halka değen çalışmalar yapmakta oldukları kanaati mi oluştu acaba
Sayın Erdoğan’da…Ancak bu yolladize getirebileceğini düşündü muhalefeti ?
Benim ki de ihtimal işte…Bir muhalefet partisi ülkenin en büyük en önemli en
az on onbeş şehrinde başkanlığı ele geçirir ise, meyveli ağaç olarak nitelenir ve
de silkelenir !