Çoktandır uğramadım çukur kahveye…Bir türlü fırsatım olmadı. Bir emekli arkadaşım ısrarla görüşmek istedi ve ben de kıramadım gittim. Biraz açık havada oturduk, sonra da çukur kahveye inerek birer çay içelim dedik.
Sıcaktan olsa gerek, kapıdan bakan,önce içeriyi süzüyor, sonra da oflayarak yola devam ediyor. Yine de buranın müdavimi yok değildi. Memur Orhan her zamanki gibi bulmaca çözüyor ve arada bir diğer sayfaları da karıştırıyordu.
Coşkun arkadaşımla içeri girip oturduk ve çayları söyledik. Bu kez kahveci Oğuz yalnız çalışıyor ve kendi kendine söyleniyordu. Nefeslenmek için yanımıza oturdu ve bana dönerek “ Aga napcaz, parayı nerden bulcaz, okullar açılıyor ? “ İlk anda şaşırdım, sonra da “Senin okula gitmesi gereken çocuğun mu var da tasalanıyosun, sana ne okuldan” diyerek Oğuz’u yumuşatmaya çalıştım ama nafile… Cevap gecikmedi… “Çocuk yok ama torunlar var, tam üç tane… İkisi kız, biri oğlan. Birine bir şey alsam, üçüne de almak lazım. Burda üç kuruşa çay satçaz da paramız olcak ha…Koca yaz geçti ne günübirlik dağa çıktık ne de denizi gördük…Ben böyle…” Gerisini getirmeden sus işareti yaptım. O sırada hınzırlığı üzerinde olduğu belli ki, Tayfun içeriye adımını attı ve konuşulanlara nazire yaparcasına Oğuz’a taşı fırlattı…
“Aga, bırak torunu falan, git Karacabey boğazına ya da Ayvalığa, emekliler yılı olduğu için Turizm Bakanlığı buraları bize ücretsiz yapmış. Yetmemiş en kral plaja bile girsen, şezlonga, şemsiyeye para yok. Git tatile bak keyfine…” Diğer arkadaşlar da gülmeye başlayınca Oğuz ayağındaki pabucu çıkarıp atacaktı ki, Tayfun kapıdan çıkıp kaçtı. Oğuz yine homurdanıyordu kendi kendine…Sonra da bize döndü “Adama bak yahu, işi güç matrak. Emeklinin hiç işi yok da plaja gitçek, onu bunu alcak para vermeycek…Oraya kadar hangi parayla gitcez, onu soran var mı? “ Kahveye her zaman gelmeyen arkadaşım Coşkun atmosferi bilmiyordu ama Oğuz’u tanırdı ve ona dönerek
”Oğuz, torunların kitap, defteri, kalemini falan sen mi alıcaksın?”
Derin bir iç geçirdikten sonra yanıt geldi Oğuz’dan… “Damatların ikisi de aynı fabrikada çalışıyodu. Patron iflas ilan etmiş, ama çocukların söylediğine bakılırsa dümenden iflas etmiş. Önce kapatacak fabrikayı, sonra da sendikası olmayan, sigorta kaydı istemeden asgari ücretle çalışanları işe alacak. Adım gibi biliyom.” İş çatallaşmıştı iyice…söz konusu konfeksiyon atölyesiymiş zaten, yabancı firmaya fason çalışan bir yermiş. Bu derin mevzuları konuşurken, ıslık çala çala içeri giren şair Mikail, konuyu bilmeden Oğuz’a öyle bir dalış yaptı ki görmeliydiniz. “Oğuz abi dışarıdan dinledim senin torunları konuşuyodun. Galiba ikisi kız onların. Bak sana tavsiyem,eskiden Eğitim Enstitüsü vardı ya, onun orda şimdi İmam hatip ortakokulu var. Çok Müslüman bir de müdürleri varmış. Ne demiş biliyon mu ? ‘Başını örtmeyen kız öğrencilere bağırırız da, çağırırı daz. Çünkü kız öğrencilerin Müslümanlık gereği başını örtmesi lazım. Gerekirse zorla örttürüürüz başını’ demiş. Senin yapacağın basit, kızları o okula yazdırcan, masraflar bak nasıl azalıyo. Süslü püslü önlüğe, entariye falan da gerek yok. Giydir şalvarı gönder okula…”
Oğuz tüm ciddiyeti ile dinlerken birden parladı ve Mikail’i kovalamaya başladı …”Ulan sen beni ne sanıyon. Ben gerici miyim? Küçücük kızların başı zorla örttürülür mü hiç ? Bizimkiler bile örtmüyo artık. Nerden buluyon bunları. Gelme kahveme, içme çayımı…”
Ne yapalım Oğuz’u yatıştırmak yine bize düştü. Şaka yaptığını söyledik Mikal’in… “Zaten, müdürün yaptıklarına müsaade etmez kimse…” diyerek Oğuz’u ikna ettik. Olanları kahvenin önünde sessizce izleyen ve o ana kadar hiç devreye girmeyen komik Tayfun, kafasını içeri sokarak aldı sazı eline aldı bu defa… “Bak aga sana bir önerim var. Ama, torunlar için değil, yeğenin üniversiteye girmek istiyo ya onun için önerim var. Bir yere kaydını yaptırsın, gidiyomuş gibi yapsın. Bu arada isterse bir yerde çalışır da…Birkaç yıl sonra da diploması hazır. Hem de en kralından…Piyasada sahte diploma konuşuluyo…Üstelik geçen yıla göre onun fiyatı da zamlanmış. Al diplomayı, bul bir sağlam siyasetçi, yeğen de atsın kapağı iyi bir işe…Zaman bu zaman…İşte bu kadar… Ama elinizi çabuk tutun, YÖK uyanmış, sahte diplomaların sahiplerini arıyomuş….” Oğuz iyice şişmişti, neredeyse patlayacak diyordum ki, patlama gecikmedi… “Lan sizi bana sayılan mı veriyolar, biri türban diyo, öbürü sahte diploma diyo, ne istiyonuz benden layynnn…” Sonra bir kovalamaca başladı derken, çayları tazeleyip sohbete devam ettik. İşte bizim çukur kahve böylesine gündeme hakimdir ve çözümleri hiç bitmez!!!
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İSMAİL KEMANKAŞ
Okul masrafı çukur kahvenin gündeminde
Çoktandır uğramadım çukur kahveye…Bir türlü fırsatım olmadı. Bir emekli arkadaşım ısrarla görüşmek istedi ve ben de kıramadım gittim. Biraz açık havada oturduk, sonra da çukur kahveye inerek birer çay içelim dedik.
Sıcaktan olsa gerek, kapıdan bakan,önce içeriyi süzüyor, sonra da oflayarak yola devam ediyor. Yine de buranın müdavimi yok değildi. Memur Orhan her zamanki gibi bulmaca çözüyor ve arada bir diğer sayfaları da karıştırıyordu.
Coşkun arkadaşımla içeri girip oturduk ve çayları söyledik. Bu kez kahveci Oğuz yalnız çalışıyor ve kendi kendine söyleniyordu. Nefeslenmek için yanımıza oturdu ve bana dönerek “ Aga napcaz, parayı nerden bulcaz, okullar açılıyor ? “ İlk anda şaşırdım, sonra da “Senin okula gitmesi gereken çocuğun mu var da tasalanıyosun, sana ne okuldan” diyerek Oğuz’u yumuşatmaya çalıştım ama nafile… Cevap gecikmedi… “Çocuk yok ama torunlar var, tam üç tane… İkisi kız, biri oğlan. Birine bir şey alsam, üçüne de almak lazım. Burda üç kuruşa çay satçaz da paramız olcak ha…Koca yaz geçti ne günübirlik dağa çıktık ne de denizi gördük…Ben böyle…” Gerisini getirmeden sus işareti yaptım. O sırada hınzırlığı üzerinde olduğu belli ki, Tayfun içeriye adımını attı ve konuşulanlara nazire yaparcasına Oğuz’a taşı fırlattı…
“Aga, bırak torunu falan, git Karacabey boğazına ya da Ayvalığa, emekliler yılı olduğu için Turizm Bakanlığı buraları bize ücretsiz yapmış. Yetmemiş en kral plaja bile girsen, şezlonga, şemsiyeye para yok. Git tatile bak keyfine…” Diğer arkadaşlar da gülmeye başlayınca Oğuz ayağındaki pabucu çıkarıp atacaktı ki, Tayfun kapıdan çıkıp kaçtı. Oğuz yine homurdanıyordu kendi kendine…Sonra da bize döndü “Adama bak yahu, işi güç matrak. Emeklinin hiç işi yok da plaja gitçek, onu bunu alcak para vermeycek…Oraya kadar hangi parayla gitcez, onu soran var mı? “ Kahveye her zaman gelmeyen arkadaşım Coşkun atmosferi bilmiyordu ama Oğuz’u tanırdı ve ona dönerek
”Oğuz, torunların kitap, defteri, kalemini falan sen mi alıcaksın?”
Derin bir iç geçirdikten sonra yanıt geldi Oğuz’dan… “Damatların ikisi de aynı fabrikada çalışıyodu. Patron iflas ilan etmiş, ama çocukların söylediğine bakılırsa dümenden iflas etmiş. Önce kapatacak fabrikayı, sonra da sendikası olmayan, sigorta kaydı istemeden asgari ücretle çalışanları işe alacak. Adım gibi biliyom.” İş çatallaşmıştı iyice…söz konusu konfeksiyon atölyesiymiş zaten, yabancı firmaya fason çalışan bir yermiş. Bu derin mevzuları konuşurken, ıslık çala çala içeri giren şair Mikail, konuyu bilmeden Oğuz’a öyle bir dalış yaptı ki görmeliydiniz. “Oğuz abi dışarıdan dinledim senin torunları konuşuyodun. Galiba ikisi kız onların. Bak sana tavsiyem,eskiden Eğitim Enstitüsü vardı ya, onun orda şimdi İmam hatip ortakokulu var. Çok Müslüman bir de müdürleri varmış. Ne demiş biliyon mu ? ‘Başını örtmeyen kız öğrencilere bağırırız da, çağırırı daz. Çünkü kız öğrencilerin Müslümanlık gereği başını örtmesi lazım. Gerekirse zorla örttürüürüz başını’ demiş. Senin yapacağın basit, kızları o okula yazdırcan, masraflar bak nasıl azalıyo. Süslü püslü önlüğe, entariye falan da gerek yok. Giydir şalvarı gönder okula…”
Oğuz tüm ciddiyeti ile dinlerken birden parladı ve Mikail’i kovalamaya başladı …”Ulan sen beni ne sanıyon. Ben gerici miyim? Küçücük kızların başı zorla örttürülür mü hiç ? Bizimkiler bile örtmüyo artık. Nerden buluyon bunları. Gelme kahveme, içme çayımı…”
Ne yapalım Oğuz’u yatıştırmak yine bize düştü. Şaka yaptığını söyledik Mikal’in… “Zaten, müdürün yaptıklarına müsaade etmez kimse…” diyerek Oğuz’u ikna ettik. Olanları kahvenin önünde sessizce izleyen ve o ana kadar hiç devreye girmeyen komik Tayfun, kafasını içeri sokarak aldı sazı eline aldı bu defa… “Bak aga sana bir önerim var. Ama, torunlar için değil, yeğenin üniversiteye girmek istiyo ya onun için önerim var. Bir yere kaydını yaptırsın, gidiyomuş gibi yapsın. Bu arada isterse bir yerde çalışır da…Birkaç yıl sonra da diploması hazır. Hem de en kralından…Piyasada sahte diploma konuşuluyo…Üstelik geçen yıla göre onun fiyatı da zamlanmış. Al diplomayı, bul bir sağlam siyasetçi, yeğen de atsın kapağı iyi bir işe…Zaman bu zaman…İşte bu kadar… Ama elinizi çabuk tutun, YÖK uyanmış, sahte diplomaların sahiplerini arıyomuş….” Oğuz iyice şişmişti, neredeyse patlayacak diyordum ki, patlama gecikmedi… “Lan sizi bana sayılan mı veriyolar, biri türban diyo, öbürü sahte diploma diyo, ne istiyonuz benden layynnn…” Sonra bir kovalamaca başladı derken, çayları tazeleyip sohbete devam ettik. İşte bizim çukur kahve böylesine gündeme hakimdir ve çözümleri hiç bitmez!!!