İlk dönem Türk milliyetçiliği ile sosyalizm arasında sıkı bir bağ vardı. Ortak nokta anti-emperyalist tavırdı.Balkan Savaşlarına kadar siyaset sahnesindeki aktörler Osmanlıcılık ve İslamcılıktır. Burjuva sınıfı güçlenen toplumlarda milli bilinç gelişiyordu. Osmanlı’da ticaretle uğraşan kesim daha çok gayrimüslimlerden oluştuğundan burjuva sınıfı da buna bağlı olarak milliyetçilik de ilk olarak bu gayrimüslim toplumlarda ortaya çıktı. Türkler, Araplar hatta Ermeniler gibi burjuva sınıfı gelişmemiş olan, toprağa bağlı olarak yaşayan veya ancak tekstil, demircilik gibi bir kaç alanda ufak atölyelerde üretim yapabilen toplumlarda milliyetçilik fikirleri daha geç ortaya çıkmıştır. Türk milliyetçiliğinin önde gelen isimlerinden Yusuf Akçura’nın meşhur Üç Tarz-ı Siyaset makalesi dönüm noktasıdır ve Türk milliyetçiliğinin manifestosu niteliğindedir. Türk milliyetçiliğinin tartışmasız en belirgin niteliği halkçı olmasıydı. Bu halkçılıkta Rusya’da 1870’lerde başlayan halkçı Narodnik Hareketi etkili olmuştur. Türk milliyetçiliğinin başlangıcı olan, Narodnik halkçılığı etkisindeki Cedit Hareketi’nden beri bu sol damar ve halkçı nitelik Türk milliyetçiliği içinde mevcuttur. Unutulmamalıdır ki Türkiye komünist partisinin kurucusu Mustafa Suphi Türk ocaklarında yetişmiştir ve Akçura’nın kurucuları arasında olduğu Milliyetçi Milli Meşrutiyet Fırkası’nın ileri gelenleri arasındaydı.
Türk milliyetçisi aydınlar arasında halkçı fikirler çok ileri noktalara varmıştır. Örneğin İsmail Gaspıralı’nın, sosyalizmden oldukça etkilendiği açıktır. Avrupa’nın sınıf mücadeleleriyle çalkalandığı günlerde Paris’te Marx’la aynı mahallede oturan Namık Kemal Avrupa’daki olaylardan veya Marx’ın fikirlerinden bahsetmezken İsmail Gaspıralı Avrupa’daki sosyal olaylar ve Marx üzerine kafa yoruyor, yazılar kaleme alıyordu.Gaspıralı; sınıf mücadelesi, sosyal adalet, eşitlik gibi konularda sosyalizmin etkisiyle şekillenmiş fikirlere sahipti.Türk milliyetçilerinin hoş karşılanmayan bir diğer özelliği de kadın hakları savunucusu olmalarıydı. Ulusu oluşturan her bireyin eşit olduğu fikrine dayanan milliyetçilik fikrinin gereği olarak kadın hakları mücadelesini de milliyetçiler üstleniyordu. İsmailGaspıralı kız çocuklarının okuyabilmesi için kız mektepleri açıyor, Kadınlar Dünyası isimli bir dergi çıkararak mücadele ediyordu.
Vahidov, Galiyev, Nerimanov, Rıskılov, Hikmet Kıvılcımlı, Şevket Süreyya gibi sömürünün ulusal boyutunu fark etmiş ve buna karşı uluslaşmanın gereğini anlayarak Türk milliyetçiliğini anti-emperyalist ve halkçı bir mücadele olarak görmüş sosyalist aydın ve düşünürler bunun kanıtıdır. Attila İlhan’ın da dediği gibi “Bu ülkede ilk Türkçüler devrimci, ilk devrimciler Türkçüydü.” Osmanlı’nın klasik Millet Sistemi yüzünden millet kelimesi din temelinde gruplaşan toplulukları ifade eden bir anlam kazanmıştı. Millet kelimesi dini grup anlamı kazanınca Fransız Devrimi ile ortaya çıkan modern ulus kavramını karşılamak için de ırk kelimesi kullanılmaya başlandı. Öyle ki İslamcı Mehmet Akif Ersoy bile şiirlerinde “Türk” kelimesini neredeyse hiç kullanmazken “ırk” kelimesini bolca kullanır. Ersoy’un ırk kelimesi ile kastının kana ve kafatasına dayanan bir yapı olmadığı açıktır. Kısacası o dönem Osmanlı’da kullanılan ırk kelimesi bugünkü anlamından farklı olarak kan ve kafatasından ziyade kültür ve dile dayanan bir birliği ifade etmektedir.
Atatürk’ün “fikirlerimin babası” dediği, Ziya Gökalp ırkı ve kavmi esas alan milliyetçilikleri eleştirir, ırk kelimesinin hayvan bilimine, kavmin ilkel kabilelere özgü olduğunu ifade eder. Milleti şu sözlerle tanımlar: " Ulus nedir ? sosyoloji kanıtlıyor ki Kültürde yani duyguda birlik olmaktır." Gökalp milliyetçilik anlayışını tamamen Durkheim’in dayanışma teorisinin üstüne kurmuştur. Anti-emperyalist, halkçı, laik, akılcı ve devrimci bir akım olarak doğan Türk milliyetçiliği maalesef ki zaman içinde bu niteliklerini koruyamamış ve çıkış noktasından çok farklı mecralara sürüklenmiştir.
Gerçek milliyetçilik; egemenliğin kaynağını tanrıdan alarak halka vermiş onu dünyevileştirmiştir. Laikliğin hem sebebi hem de neticesi olarak laiklikle birlikte doğmuş ve gelişmiştir. Ne yazık ki Nurettin Topçu gibi bir ya da iki isim dışında, Gökalp, Akçura ve Gaspıralı gibi büyük düşünürler yetiştiremedik. Zira Nurettin Topçu gibi bir isim bile, Türk-İslam sentezi fikrinin kurucularından olmasına rağmen, isyanı yüceltmesi ve Anadolu Sosyalizmi adını verdiği bir çeşit sosyalizm tasavvuruna sahip olması sebebiyle milliyetçi kesim tarafından afaroz edilmiştir.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
KENAN TEZ
İLK DÖNEM TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ VE SOSYALİZM
İlk dönem Türk milliyetçiliği ile sosyalizm arasında sıkı bir bağ vardı. Ortak nokta anti-emperyalist tavırdı.Balkan Savaşlarına kadar siyaset sahnesindeki aktörler Osmanlıcılık ve İslamcılıktır. Burjuva sınıfı güçlenen toplumlarda milli bilinç gelişiyordu. Osmanlı’da ticaretle uğraşan kesim daha çok gayrimüslimlerden oluştuğundan burjuva sınıfı da buna bağlı olarak milliyetçilik de ilk olarak bu gayrimüslim toplumlarda ortaya çıktı. Türkler, Araplar hatta Ermeniler gibi burjuva sınıfı gelişmemiş olan, toprağa bağlı olarak yaşayan veya ancak tekstil, demircilik gibi bir kaç alanda ufak atölyelerde üretim yapabilen toplumlarda milliyetçilik fikirleri daha geç ortaya çıkmıştır. Türk milliyetçiliğinin önde gelen isimlerinden Yusuf Akçura’nın meşhur Üç Tarz-ı Siyaset makalesi dönüm noktasıdır ve Türk milliyetçiliğinin manifestosu niteliğindedir. Türk milliyetçiliğinin tartışmasız en belirgin niteliği halkçı olmasıydı. Bu halkçılıkta Rusya’da 1870’lerde başlayan halkçı Narodnik Hareketi etkili olmuştur. Türk milliyetçiliğinin başlangıcı olan, Narodnik halkçılığı etkisindeki Cedit Hareketi’nden beri bu sol damar ve halkçı nitelik Türk milliyetçiliği içinde mevcuttur. Unutulmamalıdır ki Türkiye komünist partisinin kurucusu Mustafa Suphi Türk ocaklarında yetişmiştir ve Akçura’nın kurucuları arasında olduğu Milliyetçi Milli Meşrutiyet Fırkası’nın ileri gelenleri arasındaydı.
Türk milliyetçisi aydınlar arasında halkçı fikirler çok ileri noktalara varmıştır. Örneğin İsmail Gaspıralı’nın, sosyalizmden oldukça etkilendiği açıktır. Avrupa’nın sınıf mücadeleleriyle çalkalandığı günlerde Paris’te Marx’la aynı mahallede oturan Namık Kemal Avrupa’daki olaylardan veya Marx’ın fikirlerinden bahsetmezken İsmail Gaspıralı Avrupa’daki sosyal olaylar ve Marx üzerine kafa yoruyor, yazılar kaleme alıyordu.Gaspıralı; sınıf mücadelesi, sosyal adalet, eşitlik gibi konularda sosyalizmin etkisiyle şekillenmiş fikirlere sahipti.Türk milliyetçilerinin hoş karşılanmayan bir diğer özelliği de kadın hakları savunucusu olmalarıydı. Ulusu oluşturan her bireyin eşit olduğu fikrine dayanan milliyetçilik fikrinin gereği olarak kadın hakları mücadelesini de milliyetçiler üstleniyordu. İsmailGaspıralı kız çocuklarının okuyabilmesi için kız mektepleri açıyor, Kadınlar Dünyası isimli bir dergi çıkararak mücadele ediyordu.
Vahidov, Galiyev, Nerimanov, Rıskılov, Hikmet Kıvılcımlı, Şevket Süreyya gibi sömürünün ulusal boyutunu fark etmiş ve buna karşı uluslaşmanın gereğini anlayarak Türk milliyetçiliğini anti-emperyalist ve halkçı bir mücadele olarak görmüş sosyalist aydın ve düşünürler bunun kanıtıdır. Attila İlhan’ın da dediği gibi “Bu ülkede ilk Türkçüler devrimci, ilk devrimciler Türkçüydü.” Osmanlı’nın klasik Millet Sistemi yüzünden millet kelimesi din temelinde gruplaşan toplulukları ifade eden bir anlam kazanmıştı. Millet kelimesi dini grup anlamı kazanınca Fransız Devrimi ile ortaya çıkan modern ulus kavramını karşılamak için de ırk kelimesi kullanılmaya başlandı. Öyle ki İslamcı Mehmet Akif Ersoy bile şiirlerinde “Türk” kelimesini neredeyse hiç kullanmazken “ırk” kelimesini bolca kullanır. Ersoy’un ırk kelimesi ile kastının kana ve kafatasına dayanan bir yapı olmadığı açıktır. Kısacası o dönem Osmanlı’da kullanılan ırk kelimesi bugünkü anlamından farklı olarak kan ve kafatasından ziyade kültür ve dile dayanan bir birliği ifade etmektedir.
Atatürk’ün “fikirlerimin babası” dediği, Ziya Gökalp ırkı ve kavmi esas alan milliyetçilikleri eleştirir, ırk kelimesinin hayvan bilimine, kavmin ilkel kabilelere özgü olduğunu ifade eder. Milleti şu sözlerle tanımlar: " Ulus nedir ? sosyoloji kanıtlıyor ki Kültürde yani duyguda birlik olmaktır." Gökalp milliyetçilik anlayışını tamamen Durkheim’in dayanışma teorisinin üstüne kurmuştur. Anti-emperyalist, halkçı, laik, akılcı ve devrimci bir akım olarak doğan Türk milliyetçiliği maalesef ki zaman içinde bu niteliklerini koruyamamış ve çıkış noktasından çok farklı mecralara sürüklenmiştir.
Gerçek milliyetçilik; egemenliğin kaynağını tanrıdan alarak halka vermiş onu dünyevileştirmiştir. Laikliğin hem sebebi hem de neticesi olarak laiklikle birlikte doğmuş ve gelişmiştir. Ne yazık ki Nurettin Topçu gibi bir ya da iki isim dışında, Gökalp, Akçura ve Gaspıralı gibi büyük düşünürler yetiştiremedik. Zira Nurettin Topçu gibi bir isim bile, Türk-İslam sentezi fikrinin kurucularından olmasına rağmen, isyanı yüceltmesi ve Anadolu Sosyalizmi adını verdiği bir çeşit sosyalizm tasavvuruna sahip olması sebebiyle milliyetçi kesim tarafından afaroz edilmiştir.