Batı kültüründe uçan süpürgesi, sivri kocaman şapkası ve çirkin burnuyla resmedilen cadılar Osmanlı Devleti zamanında farklı bir görünüme de sahip olmuştur. Anadolu’da kara koncoloslar, çarşamba karıları ve albastılar varken Rumeli’deki Osmanlı topraklarında batı kültürü ile etkileşimden kaynaklanan cadı motifleri ortaya çıkmıştır. Cadı kelimesi Osmanlı döneminde vampir ve yaşayan ölü (hortlak) ile aynı anlama gelecek şekilde kullanılmıştır.
Osmanlı'da 1490-1574 yılları arasında yaşayan Edirne Kadısı Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin ilk cadı vakası hakkında fetva verdiği biliniyor. Ebussuud Efendi'nin kadılığı döneminde Edirne’de iki ayrı cadı vakası meydana geldi. İlk vakada cadı olduğu ileri sürülen kişinin Müslüman bir erkek olduğu söylendi. Bu söylentiler yayılır yayılmaz halk arasında panik yaşandı. Ebussuud Efendi, bu konuda verdiği fetvada, cadı olduğu belirlenen bir kişinin karnına kazık saplanmasına, bunun işe yaramaması durumunda başının kesilip ayakların dibine yerleştirilmesine, o da olmazsa yakılıp yok edilmesine izin verilmesi gerektiğini bildirdi. Ancak kadı, kitaplarda bu fetvanın suretini göremeyince merkeze ne yapması gerektiğini sordu. Kadıya verilen yanıtta, bir bilirkişi gözetiminde mezarın açılması ve cenazede cadılığa dair belirtiler görülmesi durumunda bunun bildirilmesi gerektiği ifade edildi. Cadılığın nasıl belli olacağı sorusuna, "Cesedin rengi kırmızıya dönüşmüşse o cadıdır" karşılığı verildi. Osmanlı'da yaşanmış ikinci cadı vakası ise şöyleydi: Cadı olduğu ileri sürülen kişi, henüz 3 ay önce hayatını kaybetmiş bir kadındı. Merkezden tayin edilen ve erkek olan bilirkişinin cenazeye bakmasının imkânı yoktu. Bu nedenle 4 kadın getirildi, onların tanıklığı ile cesedin çürümemiş ve renginin kırmızıya dönüşmüş olduğu merkeze iletildi. Merkezden gelen yanıtta, halkı korkudan kurtarmak için yapılması gereken her şeye izin verildiği bildirildi. 1743 yılının Ağustos ayında Terkos’a bağlı Yeniköy mezarlığında meydana gelen cadı vakasında, vakanın yaşandığı yer ile merkez arasındaki yazışma süreci, Edirne’dekinden farklı ilerledi. Cadı meselesinin netleştirilmesi konusu gündeme getirilmedi ve Terkos naibi cadıyı ortadan kaldırmak için kullanılacak yöntem hakkında merkezin görüşünü sormadı. Naib, cadı meselesini merkeze haber verdiği ilk ilamdan sonra, ikinci ilamında doğrudan cadının yakılarak ortadan kaldırıldığını kaydetti. Bir de bu yakma işine onay verildiğine dair bir hüküm gönderilmesini talep etti. Ebussuud Efendi’den, gömüldükten sonra mezarlarında kefensiz ve vücudu kızarmış halde bulunan ölülere bir açıklama getirmesi istendi. Şeyhülislam, bu durumun, o kişinin hayattayken kötü bir kimse olduğuna yorulabileceğini söyledi. Bu durumdaki bir ölüye ne yapılması gerektiği sorulan Ebussuud Efendi, ölüden bir zarar gelmeyeceğini ve açılan mezarın geri kapatılması gerektiğini bildirdi. Ayrıca, cesedin mezardan çıkarılıp yakılmasının uygun olmadığını ifade etti.
Evliya Çelebi, 17. yüzyılda yazdığı gezi kitabı Seyahatname'de tüyler ürperten bir öykü anlatır. Kitabında büyücülerin, vampirlerin, tılsımların ve cadıların olduğunu ifade eden Evliya Çelebi, Hicri 1076 Şevvalinin 20. gecesi Hatukay Çerkes diyarının Pedsi Köyü’nde cadıların gökyüzündeki savaşına tanıklık ettiğini belirtir. Evliya Çelebi'ye göre olaylar şu şekilde gelişir:
Ürpertici ve zifiri karanlık bir gecede şimşekler çakıp kıyamet kopmaya başlar. Ne olduğunu merak edip Çerkeslere soran Evliya Çelebi, "Vallahi yılda bir kez böyle Karakoncolos (kara renkte ve çirkin olarak tasarımlanan bir kötülük cini) gecesi olur. Çerkes oburları (cadıları) ile Abaza oburları, göklere uçup ceng-i azim eder, vuruşurlar" yanıtını alır. Bunun üzerine Evliya Çelebi, 70-80 bin kişiyle dışarı çıkar. Küpler, hasırlar, büyük ağaçlar, tekneler, fırın söykeleri, araba tekerleri ve daha birçok benzer eşyalara binmiş Abaza cadıları ile deve ölülerine, sığır ve at leşlerine binmiş, ellerinde at ve deve kelleleri ile yılanlar bulunan Çerkes cadılarının savaştığını görünce şaşkınlığa uğrar. 6 saat boyunca devam eden bu çatışmada büyük bir gürültü kopar ve gökten sırık, keçe, tekne, küp ve kapı gibi eşya parçaları ile insan ve hayvan uzuvları yağar. 7 Çerkes Cadısı ve 7 Abaza Cadısı yere düşer. Bunun üzerine Çerkes Cadıları, hemen 2 Abaza Cadısı'nın kanlarını emerek öldürür ve cesetlerini ateşe atar. Savaş, horozların ötmesi ile sona erer ve diğer cadılar da uzaklaşır. Evliya Çelebi, böyle hikâyelerin gerçek dışı olduğunu ancak kendisinin buna tanıklık ettiğini ve şaşkınlığa uğradığını ifade eder. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde Osmanlı'da kan içen zombiler, 'Karakancolos Geceleri'nde ortaya çıkan ve insan kanı içen cadılara da değinir. Bazı gecelerde cadıların musallat olduğu kişiyi kanını içerek hasta ettiğini belirten Evliya Çelebi, kanı içilen insanın yalnız olması durumunda yataklara düştüğünü ve ardından öldüğünü kaydeder. Kanı içilen insanın yakınları olması durumunda bir cadıcı ile mezarlıklar dolaşılıyor ve orada kanı içen cadının leşi bulunuyor. Daha sonra mezardan çıkarılan cadının göbeğine böğürtlenin kazığı çakılır ve cadının ölüsü yakılır. Bunun sonucunda hem cadının sihri yok olur hem de kanı emilen kişi şifa bulur. Evliya Çelebi, Osmanlı döneminde vampirleri, 'yaşayan insan kanı içen cadılar' olarak nitelendirir. Evliya Çelebi'ye göre, bu cadılar (vampirler) halkın arasında dolaşır ancak kimliklerini belli etmezler. Zamanı gelince de tuttuğu birinin kulağının arkasından kanını emer. Kanı emilen kişi de her geçen gün biraz daha hasta olur. Hemen 'Cadı Üstadı' bulunur ve gözleri kan içmekten kan çanağına dönmüş olan cadı aranır. Yakalanan cadı, 3 gün 3 gece zincire vurulur. Cadı olduğunu ve yaptığı işi itiraf edince de göbeğine böğürtlen çubuğu sokulur. Bunun üzerine cadıdan çıkan kan, kanı emilen kişinin yüzüne sürülür ve o kişi sağlığına kavuşur. Cadının leşi hemen yakılır. Evliya Çelebi, cadılığın vebadan daha kötü olduğunu ve genellikle Moskoflar, Lehler ve Çekler arasında yaygın olarak görüldüğünü söyler.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
KENAN TEZ
OSMANLI’NIN CADILARI
Batı kültüründe uçan süpürgesi, sivri kocaman şapkası ve çirkin burnuyla resmedilen cadılar Osmanlı Devleti zamanında farklı bir görünüme de sahip olmuştur. Anadolu’da kara koncoloslar, çarşamba karıları ve albastılar varken Rumeli’deki Osmanlı topraklarında batı kültürü ile etkileşimden kaynaklanan cadı motifleri ortaya çıkmıştır. Cadı kelimesi Osmanlı döneminde vampir ve yaşayan ölü (hortlak) ile aynı anlama gelecek şekilde kullanılmıştır.
Osmanlı'da 1490-1574 yılları arasında yaşayan Edirne Kadısı Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin ilk cadı vakası hakkında fetva verdiği biliniyor. Ebussuud Efendi'nin kadılığı döneminde Edirne’de iki ayrı cadı vakası meydana geldi. İlk vakada cadı olduğu ileri sürülen kişinin Müslüman bir erkek olduğu söylendi. Bu söylentiler yayılır yayılmaz halk arasında panik yaşandı. Ebussuud Efendi, bu konuda verdiği fetvada, cadı olduğu belirlenen bir kişinin karnına kazık saplanmasına, bunun işe yaramaması durumunda başının kesilip ayakların dibine yerleştirilmesine, o da olmazsa yakılıp yok edilmesine izin verilmesi gerektiğini bildirdi. Ancak kadı, kitaplarda bu fetvanın suretini göremeyince merkeze ne yapması gerektiğini sordu. Kadıya verilen yanıtta, bir bilirkişi gözetiminde mezarın açılması ve cenazede cadılığa dair belirtiler görülmesi durumunda bunun bildirilmesi gerektiği ifade edildi. Cadılığın nasıl belli olacağı sorusuna, "Cesedin rengi kırmızıya dönüşmüşse o cadıdır" karşılığı verildi. Osmanlı'da yaşanmış ikinci cadı vakası ise şöyleydi: Cadı olduğu ileri sürülen kişi, henüz 3 ay önce hayatını kaybetmiş bir kadındı. Merkezden tayin edilen ve erkek olan bilirkişinin cenazeye bakmasının imkânı yoktu. Bu nedenle 4 kadın getirildi, onların tanıklığı ile cesedin çürümemiş ve renginin kırmızıya dönüşmüş olduğu merkeze iletildi. Merkezden gelen yanıtta, halkı korkudan kurtarmak için yapılması gereken her şeye izin verildiği bildirildi. 1743 yılının Ağustos ayında Terkos’a bağlı Yeniköy mezarlığında meydana gelen cadı vakasında, vakanın yaşandığı yer ile merkez arasındaki yazışma süreci, Edirne’dekinden farklı ilerledi. Cadı meselesinin netleştirilmesi konusu gündeme getirilmedi ve Terkos naibi cadıyı ortadan kaldırmak için kullanılacak yöntem hakkında merkezin görüşünü sormadı. Naib, cadı meselesini merkeze haber verdiği ilk ilamdan sonra, ikinci ilamında doğrudan cadının yakılarak ortadan kaldırıldığını kaydetti. Bir de bu yakma işine onay verildiğine dair bir hüküm gönderilmesini talep etti. Ebussuud Efendi’den, gömüldükten sonra mezarlarında kefensiz ve vücudu kızarmış halde bulunan ölülere bir açıklama getirmesi istendi. Şeyhülislam, bu durumun, o kişinin hayattayken kötü bir kimse olduğuna yorulabileceğini söyledi. Bu durumdaki bir ölüye ne yapılması gerektiği sorulan Ebussuud Efendi, ölüden bir zarar gelmeyeceğini ve açılan mezarın geri kapatılması gerektiğini bildirdi. Ayrıca, cesedin mezardan çıkarılıp yakılmasının uygun olmadığını ifade etti.
Evliya Çelebi, 17. yüzyılda yazdığı gezi kitabı Seyahatname'de tüyler ürperten bir öykü anlatır. Kitabında büyücülerin, vampirlerin, tılsımların ve cadıların olduğunu ifade eden Evliya Çelebi, Hicri 1076 Şevvalinin 20. gecesi Hatukay Çerkes diyarının Pedsi Köyü’nde cadıların gökyüzündeki savaşına tanıklık ettiğini belirtir. Evliya Çelebi'ye göre olaylar şu şekilde gelişir:
Ürpertici ve zifiri karanlık bir gecede şimşekler çakıp kıyamet kopmaya başlar. Ne olduğunu merak edip Çerkeslere soran Evliya Çelebi, "Vallahi yılda bir kez böyle Karakoncolos (kara renkte ve çirkin olarak tasarımlanan bir kötülük cini) gecesi olur. Çerkes oburları (cadıları) ile Abaza oburları, göklere uçup ceng-i azim eder, vuruşurlar" yanıtını alır. Bunun üzerine Evliya Çelebi, 70-80 bin kişiyle dışarı çıkar. Küpler, hasırlar, büyük ağaçlar, tekneler, fırın söykeleri, araba tekerleri ve daha birçok benzer eşyalara binmiş Abaza cadıları ile deve ölülerine, sığır ve at leşlerine binmiş, ellerinde at ve deve kelleleri ile yılanlar bulunan Çerkes cadılarının savaştığını görünce şaşkınlığa uğrar. 6 saat boyunca devam eden bu çatışmada büyük bir gürültü kopar ve gökten sırık, keçe, tekne, küp ve kapı gibi eşya parçaları ile insan ve hayvan uzuvları yağar. 7 Çerkes Cadısı ve 7 Abaza Cadısı yere düşer. Bunun üzerine Çerkes Cadıları, hemen 2 Abaza Cadısı'nın kanlarını emerek öldürür ve cesetlerini ateşe atar. Savaş, horozların ötmesi ile sona erer ve diğer cadılar da uzaklaşır. Evliya Çelebi, böyle hikâyelerin gerçek dışı olduğunu ancak kendisinin buna tanıklık ettiğini ve şaşkınlığa uğradığını ifade eder. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde Osmanlı'da kan içen zombiler, 'Karakancolos Geceleri'nde ortaya çıkan ve insan kanı içen cadılara da değinir. Bazı gecelerde cadıların musallat olduğu kişiyi kanını içerek hasta ettiğini belirten Evliya Çelebi, kanı içilen insanın yalnız olması durumunda yataklara düştüğünü ve ardından öldüğünü kaydeder. Kanı içilen insanın yakınları olması durumunda bir cadıcı ile mezarlıklar dolaşılıyor ve orada kanı içen cadının leşi bulunuyor. Daha sonra mezardan çıkarılan cadının göbeğine böğürtlenin kazığı çakılır ve cadının ölüsü yakılır. Bunun sonucunda hem cadının sihri yok olur hem de kanı emilen kişi şifa bulur. Evliya Çelebi, Osmanlı döneminde vampirleri, 'yaşayan insan kanı içen cadılar' olarak nitelendirir. Evliya Çelebi'ye göre, bu cadılar (vampirler) halkın arasında dolaşır ancak kimliklerini belli etmezler. Zamanı gelince de tuttuğu birinin kulağının arkasından kanını emer. Kanı emilen kişi de her geçen gün biraz daha hasta olur. Hemen 'Cadı Üstadı' bulunur ve gözleri kan içmekten kan çanağına dönmüş olan cadı aranır. Yakalanan cadı, 3 gün 3 gece zincire vurulur. Cadı olduğunu ve yaptığı işi itiraf edince de göbeğine böğürtlen çubuğu sokulur. Bunun üzerine cadıdan çıkan kan, kanı emilen kişinin yüzüne sürülür ve o kişi sağlığına kavuşur. Cadının leşi hemen yakılır. Evliya Çelebi, cadılığın vebadan daha kötü olduğunu ve genellikle Moskoflar, Lehler ve Çekler arasında yaygın olarak görüldüğünü söyler.