Bunu dillendirenlerin bilmedikleri yahut sakladıkları şu;
Türkiye'nin buğday üretimi kendi un gereksinimine bol bol yetecek miktarda.
Hatta bize yettikten sonra buğday bir miktar artıyor ve artan buğdayı da işleyerek un haline getiriyoruz ve yabancı ülkelere un ve diğer unlu mamuller olarak satıyoruz.
Bu da yetmiyor, dışarıdan daha da buğday alıyoruz evet ama bu buğdayı da işleyip un haline getiriyoruz ve katma değerini artırarak yabancı ülkelere satıyoruz.
Yani buğday alıp, un üreterek satıyoruz ve ticaret yapıyoruz, ülkeye gelir kazandırıyoruz…
* * *
Türkiye’nin un dış satımında dünya birincisi durumda olduğunu bilmek gerek önce.
Türkiye, son altı yıldır dünyanın çeşitli ülkelerine en fazla un satan ülke…
Öyle ki, dünyadaki un dış satımının yüzde 30'unun Türkiye tarafından yapılmakta…
Makarna dış satımında da Türkiye dünya ikincisi durumunda…
Ve diğer unlu mamullerde de yine üst sıralarda.
Evet, Türkiye dışarıdan buğday alıyor ama bu Türkiye’de buğday üretiminin kendine yetmemesinden değil.
* * *
Türkiye’nin kendisine yettiği ve dış satımda dünya genelinde söz sahibi çok sayıda ürünümüz var.
Kuşkusuz Türkiye’nin kendine yetmediği kimi ürünler de yok değil…
Söz gelimi ayçiçeği, pirinç gibi ürünlerde kritik eşikte olduğumuz, tüketimimizin önemli bir bölümünün sıkça dışarıdan aldığımız doğrudur.
Bu durum çiftçinin daha çok katma değerli ürünlere yönelmesinden yahut da mevsimsel koşullardan kaynaklanmaktadır.
Peki, bu duruma ters açıdan bakıp, sürekli bardağın boş tarafından bakarak dillendirmenin anlamı nedir?
Hiç kuşku yok ki bu siyasi getiri anlayışından kaynaklanmaktadır.
Sürekli topluma umutsuzluk pompalayarak siyasi getiri adına yapılan bu yalanları, safsataları üretici de tüketici de biliyor.
Bu safsataları siyasi bir getiri adına sürekli topluma pompalamak etik midir?
* * *
Evet, dünya nüfusu hızla artıyor.
Gıdaya erişimdeki dengesizlik, insanlığın geleceğini tehdit ediyor.
7,5 milyar olan nüfusun 2040’ta 10 milyarı aşması bekleniyor.
Her yıl 12 milyon hektar tarım arazisiçeşitli nedenlerle yok oluyor.
Bu durumun Türkiye’ye yansıyan yanları da yok değil.
Ama bu durumu ‘Türkiye’de tarım öldü’ şeklinde değerlendirmek doğru değil.
İlk yıllarında 44 milyon hektarla ülke yüzölçümünün yüzde 56’sını oluşturan mera ve çayır alanları, 2014 yılı verilerine göre 14,6 milyon hektara inerek yüzde 19’a geriledi.
Buna ‘dur’ demek gerekiyor.
Milli gelirin yüzde 1’inin tarım desteklerine ayrılması yasal zorunluluk olmasına karşın 2006-2014 yıllarında tarımsal destekler yüzde 0,48-0,63 aralığında kaldı.
Buna da dikkat etmek gerekiyor.
Tarımda kendi kendine yeter olmak çok önemli ve gıda güvenliği, sürdürülebilirlik, üretici refahı gibi tarımla ilgili birçok temel soruna daha çok eğilmek gerekiyor.
Tamam da, ‘Samanı bile dışarıdan alıyoruz’ yaklaşımı ya münafıklıktan yahut da bilgisizlikten kaynaklanmıyor mu?
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
ORHAN KAPLAN
‘SAMANI BİLE DIŞARIDAN ALIYORUZ’ SAFSATASI!..
Bunu dillendirenlerin bilmedikleri yahut sakladıkları şu;
Türkiye'nin buğday üretimi kendi un gereksinimine bol bol yetecek miktarda.
Hatta bize yettikten sonra buğday bir miktar artıyor ve artan buğdayı da işleyerek un haline getiriyoruz ve yabancı ülkelere un ve diğer unlu mamuller olarak satıyoruz.
Bu da yetmiyor, dışarıdan daha da buğday alıyoruz evet ama bu buğdayı da işleyip un haline getiriyoruz ve katma değerini artırarak yabancı ülkelere satıyoruz.
Yani buğday alıp, un üreterek satıyoruz ve ticaret yapıyoruz, ülkeye gelir kazandırıyoruz…
* * *
Türkiye’nin un dış satımında dünya birincisi durumda olduğunu bilmek gerek önce.
Türkiye, son altı yıldır dünyanın çeşitli ülkelerine en fazla un satan ülke…
Öyle ki, dünyadaki un dış satımının yüzde 30'unun Türkiye tarafından yapılmakta…
Makarna dış satımında da Türkiye dünya ikincisi durumunda…
Ve diğer unlu mamullerde de yine üst sıralarda.
Evet, Türkiye dışarıdan buğday alıyor ama bu Türkiye’de buğday üretiminin kendine yetmemesinden değil.
* * *
Türkiye’nin kendisine yettiği ve dış satımda dünya genelinde söz sahibi çok sayıda ürünümüz var.
İlk akla gelenler, fındık, üzüm, kayısı, incir, limon, mandalina, nar, portakal, mandalina, elma, şeftali, greyfurt, havuç, domates, kabak, biber, hıyar, bezelye, ıspanak, pırasa, lahana, marul ve patlıcan gibi…
Kuşkusuz Türkiye’nin kendine yetmediği kimi ürünler de yok değil…
Söz gelimi ayçiçeği, pirinç gibi ürünlerde kritik eşikte olduğumuz, tüketimimizin önemli bir bölümünün sıkça dışarıdan aldığımız doğrudur.
Bu durum çiftçinin daha çok katma değerli ürünlere yönelmesinden yahut da mevsimsel koşullardan kaynaklanmaktadır.
Peki, bu duruma ters açıdan bakıp, sürekli bardağın boş tarafından bakarak dillendirmenin anlamı nedir?
Hiç kuşku yok ki bu siyasi getiri anlayışından kaynaklanmaktadır.
Sürekli topluma umutsuzluk pompalayarak siyasi getiri adına yapılan bu yalanları, safsataları üretici de tüketici de biliyor.
Bu safsataları siyasi bir getiri adına sürekli topluma pompalamak etik midir?
* * *
Evet, dünya nüfusu hızla artıyor.
Gıdaya erişimdeki dengesizlik, insanlığın geleceğini tehdit ediyor.
7,5 milyar olan nüfusun 2040’ta 10 milyarı aşması bekleniyor.
Her yıl 12 milyon hektar tarım arazisiçeşitli nedenlerle yok oluyor.
Bu durumun Türkiye’ye yansıyan yanları da yok değil.
Ama bu durumu ‘Türkiye’de tarım öldü’ şeklinde değerlendirmek doğru değil.
İlk yıllarında 44 milyon hektarla ülke yüzölçümünün yüzde 56’sını oluşturan mera ve çayır alanları, 2014 yılı verilerine göre 14,6 milyon hektara inerek yüzde 19’a geriledi.
Buna ‘dur’ demek gerekiyor.
Milli gelirin yüzde 1’inin tarım desteklerine ayrılması yasal zorunluluk olmasına karşın 2006-2014 yıllarında tarımsal destekler yüzde 0,48-0,63 aralığında kaldı.
Buna da dikkat etmek gerekiyor.
Tarımda kendi kendine yeter olmak çok önemli ve gıda güvenliği, sürdürülebilirlik, üretici refahı gibi tarımla ilgili birçok temel soruna daha çok eğilmek gerekiyor.
Tamam da, ‘Samanı bile dışarıdan alıyoruz’ yaklaşımı ya münafıklıktan yahut da bilgisizlikten kaynaklanmıyor mu?