1448 yılında o zamanın Avrupa’nın süper gücü olan Macaristan ordusu, başlarında meşhur Janos Hünyadi komutasında önüne gelen devletleri yağmalayarak Kosova platosuna gelir. Osmanlı ordusuna da 2. Murad komuta etmektedir. Savaşın arifesinde gece müthiş bir yağmur ve fırtına başlar, her yer çamur ve balçık deryası haline gelir. Savaş sabahı 2. Murat çadırında ellerini açar ve şu duayı yapar.
“Yarabbi Şu fırtına, şu aciz kulunun günahları yüzünden çıktıysa, masum askerlerimi cezalandırma!..
Allahım! Onlar ki buraya kadar sadece senin adını yüceltmek ve İslam’ı tebliğ etmek için geldiler!
Yarabbi bunca kere beni zaferden mahrum etmedin. Daima duamı kabul buyurdun. Yine sana iltica ediyorum, dualarımı kabul eyle. Bir yağmur nasip eyle! Bu toz bulutu kalksın. Kafirin askerlerini aşikar görüp, yüz yüze cenk edelim.
Ya ilahi! Mülk de bu kul da senindir. Ben aciz bir kulum. Benim niyetimi ve esrarımı en iyi sen bilirsin. Mal ve mülk maksadım değildir. Yalnız senin rızanı isterim.
Yarabbi! Bu mümin askerleri küffar elinde mağlup edip helak eyleme. Onlara öyle bir zafer lütfet ki, bütün Müslümanlar bayram eylesin. Dilersen o bayram gününde şu Murad kulun yolunda kurban olsun.
Ya ilahi!. Bunca Müslüman askerin helakine beni sebep kılma! Bunlara yardım eyle ve zafer bahşeyle! Bunlar için ben canımı kurban ederim. Yeter ki tek sen beni şehitler zümresine kabul eyle. Asakiri İslam için teslimi ruha razıyım. Tek ki müminlerin uğruna benim ruhum feda olsun. Beni gazi kıldın. Sonunda da lüften ve keremenşehid eyle. Amin…”
Sultan 2. Murad bu davasından sonra sabah namazını kılar ordunun başına geçer, duası kabul olmuş olacak ki niyazi olur, Kosova Ovası’nda büyük bir meydan muhasebesinden sonra Macar ordusu darmadağın olur, çoğu telef olur kaçanlarda memleketlerine dönerken Sırp köylerini yağmaladıkları için Sırplar tarafından imha edilir. Osmanlı ordusu kesin bir zafer kazanır, lakin duası kabul olmuştur ki, 2. Murad’ı kaybeder.
Murat Hüdavendigar’ın şehitliğinden hareketle, yine bir Osmanlı şehri Prizren’e gitmek üzere yola çıktık. Saat 12 civarında Prizren’e vardık. Prizren Kosava’nın 2. büyük şehri tahminen 160 bin nüfusu var. Şar dağları eteklerindedir. Hem yüksek bir tepe üzerinde bulunan kalesinden dolayı bu adı almıştır. Prizren yüksek kale demektir. Şehrin banliyösünde büyük bir Alman askeri birliği ve onun hemen karşısında da yeni kurulmakta olan ve Türk askerlerinin eğittiği Kosova ordusu binaları vardır. Ortasında boydan boya Ankara Caddesi uzanır. Eski Ankara B.Ş.B. Başkanı Melih Gökçek’in annesi buralı olduğundan caddeye Ankara ismi verilmiştir. Şehir 1. Murad tarafından 1. Kosova Savaşı’ndan sonra 1390 yılında Osmanlı hakimiyetine geçmiş, Fatih burasını ziyaret ettiğinde en büyük Ortodoks kilisesini Cuma cami haline çevirmiştir. Havasından ve suyundan dolayı birçok bilim adamı buraya yerleşmiştir. Maalesef tüm balkanlar da olduğu gibi 1912 yılı Balkan Savaşı’ndan sonra son Osmanlı askeri burayı terk etmiştir. Şehir de çoğunlukla Arnavutlar, Türkler, Boşnaklar ve bir kısmı da Fanda denilen Katolik Boşnaklar yaşamaktadır. Prizren’e vardığımızda kendimi Türkiye’nin herhangi bir şehrinde gibi hissettim. Eskinden kalma camileri, çeşmeleri, köprüleri, önünde tahta sandalyeleri, cam bardaktaki çayları çeşitli giyim eşyaları satan küçük küçük dükkânlar ile tam bir Osmanlı şehri. Esnafın hemen hemen hepsi Türkçe biliyor veya meramını anlatabiliyorsun… Şehrin siluetini ise Osmanlı’dan kalma kısa aralıklarla yapılmış minareler tamamlıyor.
Yeni şehir de modern binalar, iş hanları ve alışveriş mekânları ile bir Avrupa şehri gibi. Eskişehir ise aynen güzel Bursa’mız gibi. Şar Dağları eteklerinde kurulmuş, sıra sıra Safranbolu evleri misali binalarla donatılmış, eski şehir de eski dokuya pek dokunulmamış, olduğu gibi muhafaza edilmeye çalışılmıştır.
Öğle namazını tarihi Sinanpaşa Camii’nde eda ettik. Önündeki çeşmesinden buz gibi suyunu içtikten sonra, şehrin ortasından geçen dere üzerindeki tarihi köprü üzerine vardık. Fotoğraflar çekildikten sonra Türk konsolosluğunun hemen arkasındaki halveti dergâhına girdik. Taş kemerli dar bir kapıdan dergâhın avlusuna geldiğimizde bizi bahçesindeki devamlı olarak buz gibi suyu olan çeşmesi karşıladı. Suyu o kadar soğuk ki içine atılan karpuz üç beş dakika sonra patlıyor. Dergâhın üzeri kiremitle kaplı, içinde ise o dergâha hizmet etmiş, bir kısım zevatın sandukalarını ancak camlardan seyredebildik.
Devam edecek…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
RECEP ACAR
EVLADI-İ FATİHAN BALKANLAR - 13
1448 yılında o zamanın Avrupa’nın süper gücü olan Macaristan ordusu, başlarında meşhur Janos Hünyadi komutasında önüne gelen devletleri yağmalayarak Kosova platosuna gelir. Osmanlı ordusuna da 2. Murad komuta etmektedir. Savaşın arifesinde gece müthiş bir yağmur ve fırtına başlar, her yer çamur ve balçık deryası haline gelir. Savaş sabahı 2. Murat çadırında ellerini açar ve şu duayı yapar.
“Yarabbi Şu fırtına, şu aciz kulunun günahları yüzünden çıktıysa, masum askerlerimi cezalandırma!..
Allahım! Onlar ki buraya kadar sadece senin adını yüceltmek ve İslam’ı tebliğ etmek için geldiler!
Yarabbi bunca kere beni zaferden mahrum etmedin. Daima duamı kabul buyurdun. Yine sana iltica ediyorum, dualarımı kabul eyle. Bir yağmur nasip eyle! Bu toz bulutu kalksın. Kafirin askerlerini aşikar görüp, yüz yüze cenk edelim.
Ya ilahi! Mülk de bu kul da senindir. Ben aciz bir kulum. Benim niyetimi ve esrarımı en iyi sen bilirsin. Mal ve mülk maksadım değildir. Yalnız senin rızanı isterim.
Yarabbi! Bu mümin askerleri küffar elinde mağlup edip helak eyleme. Onlara öyle bir zafer lütfet ki, bütün Müslümanlar bayram eylesin. Dilersen o bayram gününde şu Murad kulun yolunda kurban olsun.
Ya ilahi!. Bunca Müslüman askerin helakine beni sebep kılma! Bunlara yardım eyle ve zafer bahşeyle! Bunlar için ben canımı kurban ederim. Yeter ki tek sen beni şehitler zümresine kabul eyle. Asakiri İslam için teslimi ruha razıyım. Tek ki müminlerin uğruna benim ruhum feda olsun. Beni gazi kıldın. Sonunda da lüften ve keremenşehid eyle. Amin…”
Sultan 2. Murad bu davasından sonra sabah namazını kılar ordunun başına geçer, duası kabul olmuş olacak ki niyazi olur, Kosova Ovası’nda büyük bir meydan muhasebesinden sonra Macar ordusu darmadağın olur, çoğu telef olur kaçanlarda memleketlerine dönerken Sırp köylerini yağmaladıkları için Sırplar tarafından imha edilir. Osmanlı ordusu kesin bir zafer kazanır, lakin duası kabul olmuştur ki, 2. Murad’ı kaybeder.
Murat Hüdavendigar’ın şehitliğinden hareketle, yine bir Osmanlı şehri Prizren’e gitmek üzere yola çıktık. Saat 12 civarında Prizren’e vardık. Prizren Kosava’nın 2. büyük şehri tahminen 160 bin nüfusu var. Şar dağları eteklerindedir. Hem yüksek bir tepe üzerinde bulunan kalesinden dolayı bu adı almıştır. Prizren yüksek kale demektir. Şehrin banliyösünde büyük bir Alman askeri birliği ve onun hemen karşısında da yeni kurulmakta olan ve Türk askerlerinin eğittiği Kosova ordusu binaları vardır. Ortasında boydan boya Ankara Caddesi uzanır. Eski Ankara B.Ş.B. Başkanı Melih Gökçek’in annesi buralı olduğundan caddeye Ankara ismi verilmiştir. Şehir 1. Murad tarafından 1. Kosova Savaşı’ndan sonra 1390 yılında Osmanlı hakimiyetine geçmiş, Fatih burasını ziyaret ettiğinde en büyük Ortodoks kilisesini Cuma cami haline çevirmiştir. Havasından ve suyundan dolayı birçok bilim adamı buraya yerleşmiştir. Maalesef tüm balkanlar da olduğu gibi 1912 yılı Balkan Savaşı’ndan sonra son Osmanlı askeri burayı terk etmiştir. Şehir de çoğunlukla Arnavutlar, Türkler, Boşnaklar ve bir kısmı da Fanda denilen Katolik Boşnaklar yaşamaktadır. Prizren’e vardığımızda kendimi Türkiye’nin herhangi bir şehrinde gibi hissettim. Eskinden kalma camileri, çeşmeleri, köprüleri, önünde tahta sandalyeleri, cam bardaktaki çayları çeşitli giyim eşyaları satan küçük küçük dükkânlar ile tam bir Osmanlı şehri. Esnafın hemen hemen hepsi Türkçe biliyor veya meramını anlatabiliyorsun… Şehrin siluetini ise Osmanlı’dan kalma kısa aralıklarla yapılmış minareler tamamlıyor.
Yeni şehir de modern binalar, iş hanları ve alışveriş mekânları ile bir Avrupa şehri gibi. Eskişehir ise aynen güzel Bursa’mız gibi. Şar Dağları eteklerinde kurulmuş, sıra sıra Safranbolu evleri misali binalarla donatılmış, eski şehir de eski dokuya pek dokunulmamış, olduğu gibi muhafaza edilmeye çalışılmıştır.
Öğle namazını tarihi Sinanpaşa Camii’nde eda ettik. Önündeki çeşmesinden buz gibi suyunu içtikten sonra, şehrin ortasından geçen dere üzerindeki tarihi köprü üzerine vardık. Fotoğraflar çekildikten sonra Türk konsolosluğunun hemen arkasındaki halveti dergâhına girdik. Taş kemerli dar bir kapıdan dergâhın avlusuna geldiğimizde bizi bahçesindeki devamlı olarak buz gibi suyu olan çeşmesi karşıladı. Suyu o kadar soğuk ki içine atılan karpuz üç beş dakika sonra patlıyor. Dergâhın üzeri kiremitle kaplı, içinde ise o dergâha hizmet etmiş, bir kısım zevatın sandukalarını ancak camlardan seyredebildik.
Devam edecek…